Güncel

Nöbete gitmek istememişti

Şehit er Allahverdi Kılıç’ın ağabeyi Yaşar Kılıç, olay gecesini, verdiği bir röportajda anlatmıştı: "O gün seferberlik varmış. Nöbete gönderilince söylüyor “yorgunum nöbete gitmeyeyim” diye fakat başka adam yok ve gidiyor"

Abone Ol

Kıbrıs’ta 8 Ağustos 1996'da Rum motosikletlilerin oluşturduğu bir grup, Kapalı Maraş'a doğru Derinya'da sınırı delme eylemi gerçekleştirmişti.

Bu sırada çıkan arbedede Tasos İsak adındaki Rum öldürülmüştü. Bu olay üzerine 14 Ağustos 1996'da Derinya bölgesinde toplanan Rum fanatikler sınırı yeniden delme eylemi yapmıştı. Eylemcilerin arasındaki Rum genç Solomos Solumu, sınıra doğru koşarak uyarılara rağmen telleri geçmiş ve sınırdaki Türk bayrağının direğine tırmanmıştı.

Türk bayrağını gönderden indirmeye çalışan Solumu, Türk tarafından açılan ateş sonucunda boynundan vurularak hayatını kaybetmişti.

Bu olaylardan kısa süre sonra 8 Eylül 1996 gecesi Rum askerleri İngiliz Üs Bölgesi’nden geçip Güvercinlik köyündeki sınır bölgesindeki askeri bölgede nöbet tutan piyade Er Allahverdi Kılıç’a 12 kurşun ile ateş etmiş ve Kılıç hayatını kaybetmişti. Aynı saldırıda 4 kurşun isabet eden  Kılıç'ın nöbet arkadaşı Burhan Cihangir de ağır yaralanmıştı.

Mücahitliğinin 11’inci  ayında vatani görevini yaparken şehit olan Allahverdi Kılıç’ın ardından babası “Allah verdi, allah  aldı, vatan sağ olsun ” diyerek evlat acısını yüreğine gömmüştü.
Şehit er Allahverdi Kılıç’ın ağabeyi Yaşar Kılıç, olay gecesini, verdiği bir röportajda anlatmıştı.

Kavganın sonunun olmadığını kaydeden Kılıç, “işte benim kardeşim öldü, gitti. Ateş kimseyi yakmaz, ateş sadece düştüğü yeri yakar. Annemin psikolojisi bozuldu. Aklını yitirdi. Böyle vefat etti. Ben her sene hasta olurum. Törenine gidemem. Şekerim çıktı, karaciğerimin yarısı gitti. Tek isteğim başkasının çocukları ölmesin” dedi.
Adaya barış temennisinde bulunan Kılıç, iki toplumunda acı çektiğini, yaşananların kimsenin çıkarına olmadığını ifade etti.
“ÜNİVERSİTE EĞİTİMİNİ DONDURUP ASKERE GİTMİŞTİ”
Kılıç şöyle devam etti:

Allahverdi benim en küçük kardeşimdi ve gerçekten çok iyi bir çocuktu. Neşeliydi, şakacıydı, hayat doluydu. Biz 1976 da Kıbrıs’a geldik. Allahverdi henüz kırk günlüktü. Burada okudu, okulunu bitirdi. Üniversiteye gitmeye hazırlandı. Daha sonra dondurdu ve askere gitti. Orada bir sağlık sorunu yaşadı. Ankara’ya gönderdiler. Gitti ve geldi. Geldiğinde okuluna gitmesini istedik. İstemedi. “Okulu dondurdum daha sonra devam edebilirim, askerliğimi yapıp başımın rahat olmasını istiyorum” dedi. Babam üzüldü, ısrar etti ama o kararından dönmedi.
“ACABA HABERLERİ VAR MI?”
Allahverdi askerken benim oğlum da Lefkoşa'da Hamitköy'de askerdi. Şimdi orası Türk askerinde. Bölüklerinde su yoktu. Rum sınırına gidip bütün gece çalıştı ve kendi bölüklerine bir su hattı çekti. Oğlum aynı zamanda su tesisatçısıdır. Ve bu su son güne kadar aktı. Bu hattı Güneydekiler görmedi mi, bilerek mi kesmediler çözemedim. Olay gecesi sabaha karşı saat üç civarı sesler duyduk. İnanılmaz bir gürültü patır, patır ayak sesleri. Elbette korktuk. Gelenler kendi aralarında konuşuyorlardı.
“14 MERMİ VARDI”
Hızla ve korkarak kapıyı açtım. Kapıyı açmamla beraber fotoğraf makinelerinin gürültüsü ile irkildim. Bir insan topluluğu vardı ve “acaba haberleri var mı?” diye kendi aralarında konuşuyorlardı. Bu soruyu duyar duymaz aklıma oğlum geldi. Askerdi ve güneydeki su hattından kendi bölgesine su hattı çekmişti. Kendi kendime dedim ki oğlumu vurdular. Kardeşim hiç aklıma gelmedi. Çünkü Güvercinlik’te askerdi ve kantinciydi. O gün seferberlik varmış. Nöbete gönderilince söylüyor “yorgunum nöbete gitmeyeyim” diye fakat başka adam yok ve gidiyor. Beraberinde olan arkadaşı da vuruldu. Allahverdi de 14 mermi vardı.

“BİZ VURULDUK”
Hemen babama gittim. Gelenler Türkiye’deki gazeteciler, tüm televizyon kanalları. Bizim haberimiz olmadan haberleri olmuş hemen gelmişler. Vurmuşlar çocuğu. Daha vefat etmeden Kenan Akın yetişmiş. Tek bir cümle söylemiş Sayın Akın’a “biz vurulduk” diye. Sınırda olaylar vardı o dönem. Bizimkiler biraz hazırlıksız yakalandı. Böyle bir olayı tahmin etmediler. Bir misillemeyi düşünemediler.
“OĞLUM ŞEHİT OLMUŞ PARAYI NE YAPAYIM”
Devlet hiçbir şey yapmadı. Yıl dönümlerinde sadece bir tören yapılır. Zaten devletten bir beklentimiz yok. Maddi olarak bir yardıma zaten ihtiyacımız yok. Ama sadece tören düzenlemekle olmuyor. Maneviyat daha önemli. Rahmetli babama maaş teklif ettiler ama kabul etmedi. “Benim oğlum şehit olmuş parayı ne yapayım” dedi. Zaten emekliydi ihtiyacı yoktu. Beklenen neydi bilir misiniz? Babam da annem de rahmetli oldular. Şehit ailesiydiler. Ne arayan ne soran devlet bir çiçek bile göndermedi.
Kavganın sonu yok. İşte benim kardeşim öldü içimizden gitti. Ateş kimseyi yakmaz, ateş sadece düştüğü yeri yakar. Annemin psikolojisi bozuldu. Aklını yitirdi. Böyle vefat etti. Ben her sene hasta olurum. Törenine gidemem. Şekerim çıktı, karaciğerimin yarısı gitti. Tek isteğim başkasının çocukları ölmesin. Herkes sonuçta insan. İşte güneydeki Rumlar onlarda yanmıyor mu, ağlamıyor mu yitirdiği canlarına, çocuklarına, kardeşlerine? Mümkün mü bu? Kimse ölmesin. Kimsenin yüreği yanmasın. Bunun sebebi ne? Şimdi bu toprağı alsalar benim kardeşim geri mi gelecek? Gelmez artık. Bu kafalarla 1950'ler den bu yana geldik hani kim ne kazandı? Neden insanca yaşamayalım?

“BARIŞIN DEĞERİ ANLAŞILSIN”
Kinden nefretten, kandan gençlerin ölmesinden başka ne yaşandı bu ülkede. Artık barışın çözümün değeri anlaşılsın. Yaşadığım bu evin 1974 öncesi sahipleri geldi. Israr ettim inin soframıza gelin diye. İlk önce gelmediler, onları “Türkler kötüdür” diye korkutmuşlar. Daha sonra geldiler, evi dolaştılar, iyi baktığım için teşekkür ettiler. Beraber yemek yedik, sohbet ettik. Birbirimizi bizlere yanlış tanıtmışlar dediler giderken. Yani yaşadığımız acıların aynısını Rumlar da yaşadı. Nedir paylaşılamayan? Bir çocuğu büyütmek, beslemek, umutlarını yeşertmek kolay mı? Bir anda tüm hayallerin yıkılıyor, insan bu kolay mı? Diktiğin bir ağaç kurur ve üzülürsün, insan canı da bu kadar kolay olmamalı. Zaman geçer evet ama unutulur mu? Unutulmaz her zaman aklında."