Ocak seçimlerinin ne tadı var ne de anlamı…
Kıbrıslı Türklerin günlük yaşamına, demokratik yaşamına, zerre kadar “olumlu etkisi” beklenmeyen, yakın tarihimizin en anlamsız, en heyecansız seçimleri…
Özellikle son iki yılda, bu topraklarda müthiş bir “toplum mühendisliği” sergilendi…
“Memleketin tüm kaleleri” bircik bircik fethedildi…
Ülke siyaseti; AKP’nin “at koşturttuğu” itibarsız bir “nemalanma sahası”na dönüştü…
Peki; 7 Ocak 2018’deki son genel seçimlerden bu yana geçen 4 yılda yaşadıklarımız, yalnızca AKP’nin “müdahaleleri” ile açıklanabilir mi?
Elbette hayır…
Bu son 4 yıl; iç siyasetimizin “kurum” olarak dibe vurduğu, çözüm üretemediği, kendi kendini yiyip bitirdiği bir dönem olmuştur…
Meclisi, hükümetleri, muhalefeti ile… Hiçbirini ayırmadan, kayırmadan…
Bazı “hatırlatma”larla bu dönemi acımasızca ele almamız gerekiyor…
Ocak 2018 seçimlerine baktığımızda, UBP’nin yıllardan sonra yüzde 27’lerden yüzde 36’lara yükselerek yeniden “birinci parti” olduğunu, sağ-sol oylar arasındaki “başabaş” dengenin sol aleyhine değiştiğini görürüz…
CTP; yüzde 38.36 olan oyunu yüzde 20.95’e düşürmüş, sert bir tokat yemişti…
Bu seçimlerin en önemli sonuçlarından biri; dernekçilikten siyaset sahnesine “ne sağcıyız, ne solcu” diyerek hızlı bir giriş yapan Özersay’ın Halkın Partisi’ydi…
Yüzde 17.07 oy almıştı. Tam bir “siyasi kilit” idi. Ancak o dönemde UBP’nin başında Hüseyin Özgürgün vardı ve Özersay “Onunla bir kahve bile içmem” diyordu…
2 Şubat 2018’de CTP-HP-DP-TDP dörtlü koalisyon hükümeti kurulduğunda, toplumda olumlu bir izlenim yaratmışlardı.15 ay süren bu dönemin en büyük özelliği, Ankara’dan zerre zırnık “mali kaynak” aktarılmamasına karşın “kamu bütçesi”nin zaman zaman artı vermesiydi. Hatta; doğrudan TC’nin sorumluluğundaki “savunma bütçesi”ni dahi finanse edebilmesiydi. Bir gün ansızın HP; Maliye Bakanlığı’nın arazi kiralamalarınıgerekçe göstererek “hükümetten çekildim” dedi.
Özersay’ın bu “incir çekirdeğini” doldurmayan gerekçesi kimseyi inandırmamış, UBP ile “el altından" bir şeyler “çevirdiği” ortaya çıkmıştı.
O günlerde Ersin Tatar, UBP kurultayında ikinci tura gitmeden Hüseyin Özgürgün’ü alt ederek başkanlığa oturmuştu.
Halkın Partisi’nin derdi Hüseyin Özgürgün’dü… Tatar da ondan kurtulmak istiyordu. Üstelik Tatar, CB seçimleri için “isteksiz”di ve bu Özersay’ın ruhunu okşuyordu. “Sağın ortak adayı” olmayı, UBP’yi arkasına almayı neredeyse garantilemişti.
Özersay; TC Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun desteğine “mazhar” olmuştu. Çavuşoğlu Karpaz köylerinde Özersay’ı Akıncı karşısında “parlatma” turları atıyordu.
HP bu dönemde, 2 UBP’li vekilin dokunulmazlıklarını kaldırmaktan başka bir iş yapamadı. Önce Çalışma Bakanlığı’nda Özel Kalem Müdürü iken suç işlediği iddia edilen ve aleyhine 18 davagetirilen Ahmet Çaluda’nın, ardından da 43 ayrı davadan itham edilen parti eski başkanı Özgürgün’ün dokunulmazlıkları kaldırıldı.
Aslında, UBP-HP koalisyonu dönemi; Tatar ile Özersay’ın birbirine “çelme” attıkları, “iki cambaz bir ipte oynamaz” dedirten bir dönemdi…
İkisi de “Cumhurbaşkanlığı” koltuğu uğruna ülke siyasetini “kirletmek”ten çekinmediler. Tatar, Ankara ile “tavla teslim” görüşmelerindedaha başarılı oldu. Ortağından “gizli” işler çevirerek, Erdoğan’ın “takdirini” kazanmayı başardı. “Maraş açılımı”nı Özersay’dan habersiz duyurunca da UBP-HP koalisyonu noktalandı.
Özersay’ın bu dönemde CB Akıncı’yı “pas geçerek” Anastasiades ile gizlice görüşme yapması, Maronit açılımına engel koyması, Dışişleri Bakanı olarak Rum tarafı ile Pandemi günlerinde ilişkileri kendi kontrolüne almaya çalışması ve sabote etmesi siyasetimizde “ego”ların verdiği zararları göstermesi bakımından acı deneyimler oldu.
Nitekim, ikinci koalisyondan da çekildikten sonra HP, bir daha toparlanamadı. Özersay da CB seçimlerinde “moral bozucu” oy miktarı ile uzun süre sessizliğe bürünmüştü.
Bu iki koalisyondan sonra, UBP-DP-YDP azınlık hükümeti kuruldu. 10 ay dayanabildiler. Arkasından UBP-DP azınlık hükümeti... Yani; 4 yılda, 4 hükümet, 4 başbakan…
UBP; bu dört yılda 4 başkan değişti. Kurultayına Ankara’dan müdahaleler oldu. Eski başkanı Özgürgün, Başsavcılığın “Haksız mal edinme” konusunda suç unsuru tespit etmesinden sonra İstanbul’a kaçtı. Oradan Meclis’e istifasını gönderdi. Bu Meclis, o istifayı bile reddetti.
Yine bu dönemde, TC’den buraya yerleşenlerin partisi olarak bilinen YDP, karpuz gibi ortadan ikiye bölündü. 2 vekilden biri, ayrılıp ayrı parti kurdu. Şimdi UBP’den kontenjan adayı…
Yine bu dönemde DP’de de “istikrar” görünmedi. Serdar Denktaş gitti, yerine gelen başkan AKP’ye umulmadık biçimde yamandı… Atadığı bakan gitti, 20 gün sonra geri geldi…
Bu dönemde “parti içi” istikrar bakımından iki sol parti; CTP ile TDP ciddi sorunlar yaşamadılar. Ancak “muhalefet” etmede son derecede başarısızdılar.
Kısacası; son 4 yılda “siyaset”imiz topyekün sınıfta kaldı… Şimdi 8 parti 500 adayla “seçim”e koşacak…
Peki “çare” nedir? Seçimleri boykot etmek akıl kârı mı? Bunları da tartışacağız…