Benim öğrencisi olduğum yıllarda “Türk Öğretmen Koleji” Lefkoşa’da Selimiye İlkokulu’nun binasındaydı…
Bütün okulda topu topuna 13 kişiydik…
Çok değerli, tecrübeli öğretmenlerimiz vardı ama, hiçbir zaman bir “üniversite eğitimi” aldığımızı, akademik formasyon bakımından “yüksek kalite”de yetiştirildiğimizi duyumsamadım…
Öğretmenlerin çoğu “part-time” olarak liselerden geliyordu…
Rahmetli Süleyman Ebeoğlu müdürümüzdü… Muhafazakar ve katı disiplinli biriydi… Hepimiz lise mezunuyduk, çetin bir sınav sonucu bu okula alınmıştık ama birer “ortaoukul” öğrencisi gibiydik…
O daracık binada; ne kütüphane, ne laboratuvar, ne iş atölyesi, ne müzik odası bir “yüksek okul”u çağrıştırıyordu…
“Öğretmen Koleji” aslında ilkokullara öğretmen yetiştirmek amacı ile 1930’lu yıllarda İngiliz Sömürge İdaresi tarafından kurulmuştu…
Sonra bütün diğer kurumlar gibi toplumlararası gerginlikten “Kolej” de nasibini aldı ve ayrı bir okul yaratıldı: “Türk Öğretmen Koleji”…
“Türk Öğretmen Koleji” yıllarca kimi zaman bir ilkokul binasında, kimi zaman bir lisenin üst katında “sığıntı” gibi faaliyet gösterdi…
Hiçbir zaman bir “yüksek okul” olamadı…
2000’lı yılların başında, “ilkokul öğretmeni yetiştirmek” üzere “Atatürk Öğretmen Akademisi” kuruldu. Hem yasası Meclis’ten geçti, hem de kendine ait bir binaya kavuştu…
O günlerin koşullarında yapılan doğruydu…
Zaman içinde kadrolar oluşturuldu, makamlar dolduruldu…
Orada halen çok değerli eğitimciler görev yapıyor…
Ama, okulun öğrenci sayısı sadece 20…
Şimdi; o kocaman “akademi”de hocaların sayısı, öğrencilerin bir buçuk katından fazla…
İşte acı sonuç: 44 yılda ilkokul öğretmeni yetiştirmede “bir arpa boyu yol” almamışız…
Geçenlerde bu okulun yönetimi, Lefke Avrupa Üniversitesi (LAÜ) ile bir “işbirliği protokolü” imzaladı.
Buna göre; okula LAÜ’den 40 öğrenci gelecek, yeni 45 öğrenci de alınacak, yani “öğrenci sayısı” artırılacak…
En önemlisi AÖA öğrencileri bu “getto”nun dışına çıkacaklar, bir üniversitenin “Eğitim Fakültesi”nin alt yapısından yararlanacaklar…
KTÖS; derhal bu “işbirliği”ne karşı çıktı…
Bir çırpıda “Kıbrıslı Türklerin kurumları elden gidiyor” paniği yaratıldı… Okulun öğrencileri sokaklara döküldü… “Okulun kapatılacağı” konusunda müthiş bir “algı” oluşturuldu…
Aslında “okulun kapatılması” bana göre, reformist bir karardır ve “cesur” bir siyasi irade ile yapılması gereken de budur.
Ancak UBP-DP Hükümeti’nin hiç de böyle bir niyeti yok… Keşke bu “devlet”e bu okulun kaça mal olduğunu, yüzdelik “prim”ler ve diğer avantajlarla bu “yapı”dan kimlerin nasıl yararlandığını birileri araştırsa ve bizler de öğrensek…
Bu konuda, öğrencisi olduğum yıllardan beri “ne olur bu okulun standardını yükseltin” diye yazılar yazan ve 2000’den sonra aşağıdaki görüşleri savunan bir eski mezun olarak şu noktalara dikkat çekmek istiyorum:
Bir; bu okulun bir başına 20 öğrenci ile eğitimi sürdürmesi, bu toplumun kaynaklarının heba edilmesinden başka bir şey değildir. “Görevlendirme”lerle, part time eğitmenlerle bu işi yürütmek, bizim mezun olduğumuz yıldaki koşulları anımsatır ki 44 yılda hiçbir şey değişmedi demektir.
İki; bu yüzden eylem yapan akademi öğrencileri de, KTÖS de, “toptan değişim”i savunmak yerine “statüko”yu savunarak küçük bir “makyaj”ı bile reddederken haksızdırlar.
Üç; Lefke Avrupa Üniversitesi ile protokol imzalanması, bu okula zarar vermez. Tam tersine akademinin bir “üniversite”ye bulaşması onu yalnızlıktan, gettolaşmaktan kurtaracaktır. İlkokul öğretmeni olacak öğrencilerin büyük bir “aile” içinde kampüs duygusunu tatmaları, kütüphane, laboratuvar, sosyal etkinlikler ve diğer üniversite imkânlarından yararlanmaları az şey mi? Bu işbirliğinden korkmak gerekmez. Hatta çok geç kalınmıştır.
Dört; aslında UBP-DP Hükümeti’nin yapmaya çalıştığı “zevahiri kurtarmak”tan başka bir şey değildir.
Beş; oysa köklü çözüm ve asıl ihtiyaç, bu “statüko”nun yıkılmasıdır. Bu okulu kapatıp, bir devlet üniversitesine “öğretmen yetiştirmek” görevi vermek bana çok daha pragmatik ve “akılcı” geliyor.
Altı; ülkede bu kadar üniversite varken, ilkokullara öğretmen yetiştirilmesini bu yetersiz okulun “tekel”ine bırakmak eğitime en büyük darbedir.
Yedi; 1973’te 13 kişilik okulda öğretmen yetiştirmeye çalışan zihniyet ile, 2017’de 20 kişilik bir “getto”da öğretmen yetiştirmeye çalışan zihniyet bir arpa boyu yol almadığımızın kanıtıdır. Bugün akademide, sınıf öğretmeni yetiştirecek uzman yoktur. Bu durumda üniversitelerin kadrolarından yararlanmayı reddetmek tutuculuk değil mi?
Sekiz; Atatürk Öğretmen Akademisi’nin, Türk Öğretmen Koleji’nin devamı olduğunu söylemek ve “Kıbrıslı kurumları korumak” adına statükoyu savunmak tam bir bağnazca yaklaşımdır. Şimdiki akademi, yasası ve kadro yapısı ile TÖK’nin asla devamı değildir. Bu nedenle nostaljik gerekçelerle eski bir “yapı”yı savunmak aşırı muhafazakârlıktır.
Dokuz; “Özerklik elden gidecek” deniyor. KTÖS’ün savunduğu bu yapı “özerk” de değildir. Yönetim Kurulu’nun tüm üyeleri koalisyonun Bakanlar Kurulu’nca atanır, sınavlardaki mülakatların komisyonunu Eğitim Bakanı atar. Neresi özerk?
On; bu okulun kurulduğu 2000 yılından günümüze “ilköğretim”de bir üstün başarı sağladık da, onun için bu kuruma ihtiyacımız var diyemeyiz. Çünkü bu dönem ilkokullarımızın döküldüğü, eğitim kalitesinin yerlerde süründüğü bir dönem oldu. Özel ilkokullar mantar gibi bitti ve devlet okullarından müthiş bir kaçış yaşandı.
Onbir; KTÖS; ilerici bir örgüttür. “Statüko”nun devamını savunamaz. Bu okuldaki eğitim zaafiyeti ve yetersizliğini görmek ve bilimsel bir “proje” ile ortaya çıkmak zorundadır. KTÖS; bu okuldaki öğretmen ve öğrencilerin kısa vadeli çıkarlarını değil, eğitimin uzun vadeli gereklerini ve toplam kaliteyi düşünmek zorundadır.
Oniki; öğretmen yetiştirilmesinin bu biçimde “tekel”leştirilmesine en önce KTÖS karşı çıkmalıdır.
Onüç; ilkokullara öğretmen yetiştirmek ciddi bir iştir. En iyilerini seçmek, onlara en iyi eğitimi vermek ve mesleğe başlarken de, sınavla başarılı olanları tayin etmek varken, “diplomayı alan gelsin” demek popülizmdir.
Sözün kısası şu: 20 kişilik “yüksek okul” olmaz… Olursa; 1970’lerdeki bizim “Selimiye ilkokulu” gibi olur…
Nostaljik takılmalarla “kolej” savunulamaz. Bu ülkedeki lkokul öğretmenleri, doğru dürüst bir “üniversite” eğitimi almalı ve çağdışı “akademi” modeli ile kendi kendimizi kandırmamalıyız.