Örselemeyin çocuklarımızı…

Abone Ol

Öğretmenlik yaptığım yıllarda; çalıştığım ilkokullarda, çocuğuna üniforma alamayan, 23 Nisan törenleri için kıyafet diktiremeyen aileler vardı…
Böyle çocuklar için okul yönetimi mutlaka yardımcı olurdu…
Bu sürecin, en temel prensibi “Gizlilik”ti…
Çocukların “yoksul” diye nitelendirilmeleri, “teşhir” edilmeleri, geleceklerini ciddi biçimde örseleyebilirdi…
“Bir elin verdiğini, öteki bilmemeli” diye bir inanışımız vardı…
“Vermenin” yani, “iyilik” yapmanın, dilli düdükle ilan edilmediği, buna özen gösterildiği bir toplumsal kabul vardı… 
Galiba Kıbrıslı Türklerin, en anlamalı “haslet”lerinden biri de buydu…
Bizim neslimiz; Kızılay yardımlarının dağıtıldığı o karanlık yıllarda, “muhtaç” diye nitelendirilen ailelerin deşifre olmaması için “gizliliğe” büyük önem verildiğine tanıklık etmiş bir nesildir…
Geçenlerde; denizde dört ferdi boğulan bir ailenin hayatta kalan 12 yaşındaki tek çocuğunun siyaset ve medya dünyamızda uğradığı “örselenme” bana o eski “haslet”imizin değerini anımsattı…
Bakanlar Kurulu Sözcüsü’nün, yetim ve öksüz kalan küçük çocuğu, adı ile sanı ile “etiketlemesi” hiç de hoş olmadı…
Koskoca “devlet”in, küçücük bir çocuğa “sahip çıkacağını” anlatıyor, yetim çocuğa eğitim ve bakım yardımını hükümetin büyük bir “lütfu” gibi sunuyordu…
Bir de üstelik; Eğitim Bakanlığı ile Sosyal Hizmetler Dairesi’nin bu konuda “sorumluluk” üstleneceklerini de müjdeliyordu…
Aslında bu; “devlet”e Anayasa’nın verdiği bir görevdi ve bir çocuğun “korunması”nın bu kadar allanıp pullanıp siyasallaştırılması gerekmiyordu…
Bu küçücük çocuk üzerinden yapılan bu “istismar” popülizmin ta kendisidir… Toplum iken gösterdiğimiz hassasiyet, “Devlet” olunca yok olmuştu…
“Devlet” anayasada belirlenmiş sıradan bir “görev ve sorumluluğu” davul zurna çalarak ve bir küçük çocuğu “reklamlarında” kullanarak yapmaz. 
Bu yapılan, BM’nin 1989’da kabul ettiği ve bizim de 12 Mart 1996’da yasa haline getirdiğimiz “Çocuk Hakları Sözleşmesi”nin ruhuna da aykırı, istismarcı bir davranıştır. 
Böylesi politik “sahip çıkmalar” çocukta yeni travmalar yaratabilecek tehlikeler içeriyor…
Bu çocuğun; tüm topluma kimsesiz, yetim, muhtaç gibi sıfatlarla tanıtılması kendi kimliğini gelecekte zedeleyebilir…
Tabii; bu, olayın sadece bir boyutu… Siyasetçiyi “çocuk hakları”na karşı gerekli duyarlığı göstermediği için eleştiriyoruz ama; asıl “etik” sıkıntı “medya”mızda…
Bu olayın ardından, sözünü ettiğimiz 12 yaşındaki çocuğun hastanede “Fenerbahçe forması” ile fotoğrafının medyamızda yayımlanmasını nereye sığdıracağız?
Bölgenin siyasetçi Belediye Başkanı, çocuğu hastanede ziyaret etmiş; “bir arzun var mı?” diye sormuş, o da kendisinden “Fenerbahçe Forması” istemiş… Başkan formayı kaptığı gibi çocuğa götürmüş, fotoğrafını çekerek de medyaya servis etmiş… Bu da yetmezmiş gibi, bir gazetemize de bu konuda söyleşi vermiş…
İşte ailesinin tüm fertleri denizde boğulmuş bir çocuk için ikinci bir “travma…”
Oysa; medyada haberlerde çocukların nasıl yer alacağına ilişkin, onlarca “etik kuralı” sözleşme ve hatta yasalar vardır…
Çocuklara ilişkin haberlerdeki etik kodları üzerinde ayrıntılı çalışmalar yapan UNICEF; “18 Yaşından Küçük Çocuklar ve Gençlerle İlgili Etik Kurallar” çerçevesinde, habercilik için ilkeler ve kılavuzlar geliştirmiştir. Sadece bir maddesinde “Her çocuğun onuru ve hakları her durumda dikkate alınmalı ve bunlara saygı gösterilmelidir.” denmektedir. 
Örneğin Türkiye’de Doğan medyanın “Yayın ilkeleri”nde “çocuğu örseleyecek veya rencide edecek haberlere yer verilmez.” denmektedir.
Yine Türkiye’de Basın İlan Kurumu’nun “Basın Ahlak Esasları”nın birinci maddesinin “e” bendinde “Küçüklerin ve gençlerin toplum içinde, kişiliklerinin gelişmesini ve korunmasını olumsuz etkileyecek yayın yapılamaz.” denmektedir.
Türkiye’de televizyon yayıncılığı alanında 2007’de geçirilen 6112 sayılı yasada “Yayıncılık Etik İlkeleri”nde “Çocuklar haber konusu olduğunda, temel haklarının korunmasına özen gösterilmeli. Trajik olaylara ilişkin haberlere çocukların katılımı istenmemeli, bu haberlerde çocuklarla röportaj yapılmamalı” demektedir.
Bu örnekler daha da uzatılabilir…
Özellikle mahkeme haberlerinin aktarımında her gün medyamızda “etik” ihlallerine şahit olmaktayız…
Mahkeme koridorlarını mesken tutan “muhabirler” 18 yaşından küçük çocukların polis korumasındaki fotoğraflarını çekmekte ve bunu “görev” zannetmektedir…
Medya emekçilerinin örgütü de bu gibi durumlarda zanlı aileleri ile gazeteciler arasında mahkeme koridorlarında gerginlik yaşandığında, “meslek şövenizmi”nin tutsaklığı içinde, siyasetçiden daha fazla popülizm sergilemektedir…
Düşünebiliyor musunuz?
Bir gazeteci, birinin fotoğrafını izinsiz çektiği için suç işlerken, mahkeme koridorlarından boy boy fotoğraflar yayımlanabilmektedir…
Üzerinde yarım gram uyuşturucu bulunan yaşı 18’den küçük çocuklar, ömür boyu silinemeyecek bir biçimde “damgalanmaktadır”.
Bu konuda “medya”mız, gerçekten sabıkalıdır…
Bir bakarsınız; bir işadamı adı ve sanıyla, boy boy fotoğraflarla manşetlere taşınmakta, bir başka işadamının “evrak sahteleme” haberinde adının baş harfleri bile yer almamaktadır.
Hatta; birkaç gün önce böyle bir haber; Yenidüzen’de isim verilmeden yer alırken, medyamızın geneli; Yargıcın isyan ettiği, polis için soruşturma talep ettiği böyle bir haberi “görmezden” gelebilmiştir…
Siyasetçi de, medya mensubu da hem çocukların haklarına, hem insan haklarına karşı, ciddi biçimde “saygılı” olmak zorundadır…
Bizden anımsatması…