ORTAÇAĞ ANLAYIŞININ EGEMEN OLDUĞU ÜLKE MAALESEF KKTC…

Abone Ol

   Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde   yıllardır , sürdürülmeye çalışılan   bu köhne yapı tamamen çökmüş  durumdadır.

Özellikle 1974 Mutlu Barış Harekâtı sonrası sağlanan ganimet ve  üleşme  düzeni, yani üretmeden tüketme ve haksız kazanç sağlama adaletsiz yaşam gibi olgular yıllardır bu ülkede yaşayan yurttaşlar arasında derin uçurumların oluşmasına neden olmuştur

Ben bu çerçevede yaşananları feodalizm  ve derebeyliğe benzetiyorum. Tüm bu gelişmeleri irdelerken kısaca sizlere feodalizm ile ilgili biraz bilgi vermek istiyorum.

Feodalizm  özellikle  Ortaçağ Avrupası olmak üzere tarihin birçok döneminde rastlanan toplumsal, ekonomik ve siyasal örgütleniş biçimidir.  Feodalizm kelimesi de latince kökenli bir kelimedir.  Feodal toplumdaki siyasi örgütleniş, koruyan-korunan ilişkisine dayanan hiyerarşik bir düzenin siyasi yapısı bir piramit gibidir.

 En üstte kral veya imparator altında ise kendisine bağlı soylular vardır. Bu soyluların altında da daha başka soylular olur. Bu hiyerarşik düzenin en altta en geniş tabakasını serfler oluşturur. Feodalizmde ise ekonomik yapı basittir. Soylunun toprağında üretim yapıp, gereken çok az miktarı kendine ayırdıktan sonra geriye kalanı soyluya veren köylüler ana üretici güçtürler. Soyluluk sınıfı, üretim yapan serflerin çalıştığı toprağın sahibi olan ve serfler üzerindeki sınıftır. Ortalama olarakta soylu sınıfı, feodal düzende yaşayan nüfusun onda birini oluşturur. Soylular üretim yapmaz, serflerin yaptığı üretimden pay alarak geçimlerini sürdürürler.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ndeki yapı ne kadar da benzeşiyor değil mi feodal yapıya. Ülkedeki tüm toplum katmanları arasında sorunlar artarak devam etmektedir. Bölgeler arası gelir dağılımındaki adaletsiz yapı  apaçık ortada durmaktadır. Özellikle Dipkarpaz,İskele,Güzelyurt ve bazı dağ köyleri ile meserya  bölgelerinin durumu ortadadır. Üretim yapan sektörlerin başında gelen çiftçi, hayvancı, seracı ve narenciyeci ne ürününü satabiliyor nede  gelişen teknolojik olanaklardan faydalanabiliyor.

 Bunlar   yanında , değişimlere ve doğru dönüşümlere kapalı bir toplum olarak yıllardır yaşantımızı sürdürmemiz bizlerde alınganlık, kırılganlık ve edilgenliğe neden olmuştur. Geçmişi ile yüzleşmekten kaçınan bugünü doğru dürüst yaşayamayan ve geleceği plansız olduğu için karamsar olan toplumumuzda yeniden bir uyanışa ihtiyaç yok mudur sevgili okurlarım.

Buda  halkın doğrudan yönetime talip olması ve yenilikçi  ve güvenilir siyasi  kadrolar ile mümkündür. Bizler  bu  küçücük  coğrafyaya sıkıştırılmış bir halde var olan enerjimizi de birbirimizi linç etmek için harcar iken etrafımızdaki hareketlilikten bihaber yaşamaya daha ne kadar devam edeceğiz.

  Her alanda  adaletli yaşam felsefesini yaşamımıza dahil etmez isek , içinde bulunduğumuz durumdan dolayı, yukarıda belirtmiş olduğum gibi zenginler ve yoksullar, asiller ve serfler örneklerinde olduğu gibi  Ortaçağda  öne çıkmış yönetim biçimi olan feodalizm ve derebeylik örneklerini anımsatmak benim için halkımıza bir görevimdir diye düşünmekteyim.

Sonuç itibarı ile bizler yıllardır her alanda feodal anlayış ve derebeylik yaklaşımı ile idare edilmeye çalışılırken kendi iç adaletimizi sağlayamadan  daha ne kadar bu şekilde yaşayabileceğimize inanmaktayız.