OYUNUN YENİSİ

Abone Ol
“Her iki taraf anlamış ve kabul etmiştir ki ada sakinlerini teşkil eden Türkler, bu topraklarda ebediyete kadar yaşayacak ve var olacaktır. Zürih ve Londra’da hak ve hürriyeti tanınan halkı bundan böyle korku, tehdit hatta katliam gibi vasıtalarla buradan uzaklaştırmak, mahvetmek imkansız bir hale gelmiştir”. 1959
                                                                                                                      Dr. Fazıl KÜÇÜK
            Gerek Türkiye’de ve gerekse Yunanistan’da yapılan seçimlerin sonucuna göre Türkiye’de Parlamentonun oluşmasına karşın Cumhurbaşkanlığı seçimi Türk Demokrasi tarihinde ilk kez ikinci tura kalmıştır. Yunanistan’da ise Yeni Demokrasi Partisi oylama sonucunda hükümeti tek başına kuracak çoğunluğa ulaşamadığı için 25 Haziran’da yenileme seçimi yapılacaktır. Gerek Türkiye gerekse Yunanistan’da siyasi otoritelerin belirsizliği koruduğu ortamdan geçilirken adada müzakere sürecinin başlatılması olanaklı değildir. Buna koşut BM Genel Yazmanı her seçim sonrasında olduğu gibi çevreye gülücükler dağıtarak seçimden sonra yapıldığı gibi uzlaşının sağlanacağını sergileyen bir tutum içinde olmaya özen gösteriyor. Adada müzakere sürecinin sürgit edilmesi için uygun ortamın olmadığını söyleyen kendileri değilmiş gibi söylediklerini yalayıp yuttular.
            BM ve Kıbrıs Rum Yönetimini Kıbrıs Cumhuriyeti olarak destekleyenlerin sürekli olarak adada siyasi çözümü dayattıkları biliniyor. Bu konuda ön almaya çalışanların ülkeyi getirdikleri nokta ortalıklarda duruyor. Mülk sorunun çözülmemesi halinde yaşanmakta olan uyuşmazlığın çözümünün olanaksız olduğunu da kanıtlamış oluyorlar. Aradan geçmiş olan sürede gerçek mülk sahiplerinin yaşamdan ayrıldığı biliniyor. Şu anda ikinci kuşakla ve üçüncü kuşakla uyuşmazlığın çözümüne ilişkin çabaların sürgit edilmekte olduğunu söylemek gerekiyor. Bu nedenle üçüncü kuşağın da yönlendirmelerle yol bulmaya çalıştığı ve kendinden sonra gelecek kuşağın adada yaşanmış olanları belgelerden veya gazete arşivlerinden bulabileceklerini kaydetmek gerekiyor.
            Barış Harekâtları sonrasında adanın güneyindeki Türklere ait mülklerin yönetimi için Vasi Yönetimi kurulduğu biliniyor. Adı geçen yönetimde görev almış olanların bazılarının Türk mülklerinin tapu kayıtlarını kişisel mülkleri gibi kendi üzerlerine kaydettikleri belirtiliyor. Bununla yetinmedikleri anlaşılan bir başka olay ise Türklere ait olan mülklerin %30’nun hak etmeyen kişilere verildiği Rum basınında yer alıyor. Her geçen gün düğümün körüne dönüşen olayın siyasi dürtüleri öne çıkararak çözülemeyeceğinin de bilinmesi gerekiyor.
            Adada bunlar yaşanırken karşımızdaki yönetimin AB’nin de BM gibi etkin olması çabalarını da sürgit ettiklerinin de unutulmaması gerekiyor. Bu yönlü çaba rayında gittiği dürtüsü ile giden treni raydan çıkararak olumsuzluklara yol açacaktır. Bu olguyu kışkırtan kişinin Başkan eskisi Nikos Anastasiyadis olması şaşırtıcı gelmiyor. Bu Bay, Avrupa müktesebatına uygun, insan haklarını koruyan bir devlet yaratılması için bir özel temsilci atanmasının önemli olduğunu belirttikten sonra AB’nin temsilci atamasını Crans Montana’da izlediğimiz politikanın sonucu olduğu unutulmasın diye konuşuyordu.
            Karşımızdaki unsurun sürekli olarak Crans Montana’da kaldığı yerden başlamasını istiyor olmalarının gizi yukarıdaki açıklamada kayda geçiriliyor. Bu görüşlerini her ortamda ortalıklara çıkarmaları çözüm bulma çabalarının önüne konulmuş takoz olarak bilinecek ve öyle de anılacaktır. Anastasiyadis’in konuyu yeniden gündeme oturtmak istiyor olmasını karşımızdaki unsuru destekleyenlerin de bilmeleri gerekiyor.
            Her taşın bulunduğu yerde ağırlığının bilinmesine karşın bizlerin de yaşananlar karşısında sessiz kalmamamız gerekiyor mu ne… 
            SEVGİ ile kalınız…