Dört partili “koalisyon” kurmak; bizim gibi, siyasette “uzlaşma kültürü” olmayan bir toplumda hiç de kolay değil…
Bizim siyasetimizde, hemen tüm koalisyon denemelerinde ortaklar birbirlerine hep “madik” atmışlardır…
1985’lerde UBP, TKP’ye…
1994’lerde DP, CTP’ye…
2000’lerde UBP, ikinci kez TKP’ye…
2007’lerdeCTP; ÖRP’yi kullanarak DP’ye…
Bundan bir önceki dönemde yine CTP; DP’ye…
Hemen arkasından, UBP; CTP’ye “kapıyı” göstermedi mi?
Kısacası; bizim siyasetimizde “işbirliğine” dayalı uzun süreli koalisyonlar olmadı…
Bu yüzden bu dört parti bir “ilk”i deneyecek… İşin daha başında, böylesine bir “deneme”ye şans tanımayan, ömür biçenlere katılmıyorum…
Bu yeni “deneme”yi çok cesaret verici, risk taşıyan ama başarılması halinde siyaset kurumunda köklü bir “dönüşüm”e yol açabilecek ciddi bir başlangıç olarak görüyorum…
Koalisyonda yer alandört partinin üçünün başkanları, parti liderliğinde ve seçim ile koalisyon deneyiminde daha yolun başında…
Hiçbirisi “kurt politikacı” portresi taşımıyor…
Bunun en büyük “avantaj”ları olduğunu düşünüyorum…
Bu koalisyon oluşturulurken, attıkları iki önemli adım vardır ki gerçekten çok “takdir” topladı…
Birincisi; UBP Başkanı Özgürgün’e hükümeti kurma görevinin verilmesini, bizzat kendilerinin Cumhurbaşkanı’ndan talep etmesi, gençliklerine karşın çok “olgun” bir siyasi adım oldu…
Özgürgün gibi “Delitoy” çıkışlar yapmadılar…
Onun gibi “önyargılı” davranmadılar.
Oysa Özgürgün; daha “fol yok, yumurta yok” iken “sivil darbe” söylemleri ile Cumhurbaşkanı’nı baskı altına almaya çalıştı…
Başlangıçta “İlla da bana vereceksin” diye tutturması yetmezmiş gibi, herşey olup bittikten sonra bile, devir teslim sonrası Başbakanlık çıkışında AA muhabirine demeç verirken, “harita” meselesinin içine birşeyler sokuşturdu ve bozuk bir Türkçe ile “Yeni hükümetle de anlaşılıyor ki oluşumunda da yer almıştır” deyiverdi…
Demek ki Özgürgün hâlâ oracıkta duruyor ve Cumhurbaşkanı ile “dalaşmayı” bildiği ve bilmediği, anlamadığı her konuda seviyor…
Tabii Özgürgün, Cumhurbaşkanı’nın bunca “titizliği”ne ve “hassasiyetine” muhatap olduğu halde, hâlâ öküz altında buzağı arama niyetini sürdürünce, belli ki Sayın Akıncı’nın çok canını sıktı. Akıncı’nın sözcüsü Barış Burcu’nun doğrudan Özgürgün’e yönelikaçıklaması da “Yetti gayri…” tarzında oldu…
Oysa aynı Cumhurbaşkanı, 2016 Nisan’ında, UBP’nin CTP ile ortaklığını bozması üzerine, görevi birinci parti olan CTP’ye değil, ikinci parti olan UBP’ye vermemiş miydi?
İsteseydi; Meclis’te bu kadar sözde “bağımsız” varken, size azınlık hükümeti kurdurmam diyemez miydi?
Birinci parti CTP’ye görevi veremez miydi?
Cumhurbaşkanı Akıncı,bütün bunları yapmadı ama, Özgürgüniki yıl öncesini bile anımsamadı ve böylesi bir “tutum”a saygı ile yaklaşmadı…
Öte yandan onun, bu “hezeyan”larına, dört siyasal parti “olgunlukla” yaklaştı ve Cumhurbaşkanı’na gidip “Bize değil, Özgürgün’e verin” diyebildi…
İşte bu “kibirsiz” davranış, koalisyonun siyasetimize kazandırdığı yeni bir “anlayış” olarak kayda geçecektir…
Yine bu dört partinin “Kıbrıs sorununda” ürettikleri “yaklaşım” çok yeni ve “akılcı” bir uzlaşmanın sonucudur ve gelecek dönemde Türk tarafının “çözüm” çabalarını sabote etmek isteyenlerin önüne gerçek bir “toplumsal irade” koymaktadır…
Elbette tüm dört partinin Kıbrıs sorununun çözümü konusunda farklı yaklaşımları vardır. İşte asıl ustalık; bu farklılıklar içinde Türk tarafının “pozisyonu”nuna olumsuz etki yapmamak konusunda ortak bir “irade” ortaya koyabilmiş olmalarıdır…
Bu kararın alınmış olmasını; ileriki dönemde başta Rum tarafı ve BM ile AB nezdinde Kıbrıslı Türkler’i zora sakacak bir “görüntü”yü engelleyeceği için çok ciddiye alıyorum…
Tabii “dörtlü” koalisyonun açıkladığı protokolde ayrıca çok önemli “hedef”ler de var. “Hükümet Programı”nı bir görelim, icraatlar başlasın, onları da ele alacağız.