Dün olduğu gibi bugün de Rum-Yunan ikilisi tarihin derinliklerinden gelen Megali-İdea hayalleri peşinde koşmakta ve de Kıbrıs Adasını Yunanistan’a bağlamayı hedeflemektedirler.
Gerilere dönüp bakacak olursak; Türk İstiklal Savaşı yıllarında olduğu gibi Cumhuriyet döneminde de hep anavatanımız Türkiye’yi yakından izleyen Kıbrıs Türk halkı dünden bugüne daima Atatürk ilke ve devrimlerine sahip çıkarak onun takipçisi ve koruyucusu olmuştur. Atatürk ilke ve devrimlerine yürekten bağlı olan öğretmenlerimiz, elbet bir gün Kıbrıs Türk halkının bağımsızlığına ve egemenliğine kavuşacağına inanan nesiller yetiştirmişlerdir. Kıbrıs Türk halkı 1950’li yıllara bu düşünce ve inançla gelmişlerdir.
1947 yılında “12 Ada”nın İtalya’dan alınıp Yunanistan’a verilmesinin ardından, Kıbrıs’taki Rumlar Enosis amaçlı bir plebisit düzenler.
1950 Enosis Plebisiti; 15-20 Ocak 1950 tarihleri arasında Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesinin Enosis konusunda düzenlediği bir plebisit olup 15 Ocak 1950’de Kiliselere konulan defterlere “Enosis’e Evet” ya da “Enosis’e Hayır” şeklinde imza atarak gerçekleştirilen plebisite Komünist AKEL Partisi de destek vermiştir. Nitekim, Plebisite katılan 224 700 Rum’un 215 000’ni Enosis’e destek vermişti. Diğer bir değişle sağcısı ile solcusu ile Rumlar Enosis’e ‘Evet’ demişlerdi.
Rum liderliği Plebisit sonuçlarına saygı gösterilmesini isterken Kıbrıs Türk halkı da Rumların Enosis ve EOKA’nın silahlı saldırı ve katliamlarına karşı direniş örgütleri kurmaya başlıyordu.
Bu gelişmelerin ardından 18.09.1950’de henüz 37 yaşında iken Makarios III Başpiskopos olarak seçilir.
Rum liderliği ve Rum Ortodoks Kilisesi “Self-determinasyon” haklarını dile getirmeye başlarken konu BM’e taşınıyordu!. Kıbrıs’ta dini, dili, kültürü ve ırkı tamamen farklı iki halk vardır ve bu hak, her iki halk için de geçerli olmalıydı. Yunanistan’ın bu başvurusuna anavatanımız Türkiye’nin tepkisi büyük oldu. Ancak anavatanımız Türkiye ve İngiltere’nin girişimleri sonucu o günde konu BM gündemine alınmamıştı!..
1955’te EOKA tedhiş örgütü Grivas’ın liderliğinde faaliyete geçerken Yunanistan’dan adaya gizlice silah ve cephane getiriliyordu. Bu gelişmelerin ardından EOKA tedhiş örgütü 1 Nisan 1955’te bombalarını patlatarak eylemlerine başlıyordu.. Yine bu gelişmelerin ardından İngiltere, Türkiye’nin de Kıbrıs sorununa resmen taraf yapmak ve bir denge sağlamak amacı ile 29.08.1955’te Londra Konferansını organize eder.
İngiltere’nin çağrısı ile Londra’da gerçekleşen konferansa Türkiye ve Yunanistan da katılır. Yunanistan, ‘sözde’ “Kıbrıs halkına self-determinasyon” adı altında Enosis’i savunur. Rumlara göre Adada Rum, Türk, Maronit ve Latinlerden oluşan tek halk vardır ve de bu halka self-determinasyon hakkı tanınmalıdır. Bu görüşmelerle Rum liderliğinin hedefi Enosis’i gerçekleştirmektir.
Kıbrıs Türk halkı ve anavatanımız Türkiye; adada dini, dili, kültürü tamamen ayrı iki halk vardır ve de bu iki halka self-determinasyon hakkı ayrı tanınmalıdır diyordu.
Ne yazık ki dün olduğu gibi bugün de Rum liderliği dini, dili, kültürü ve ırkı tamamen iki halkın var olduğunu kabullenemiyor!.. İşte bu nedenledir ki, 29 Ağustos 1955’te Londra’da düzenlenen Konferansta olumlu bir sonuca varılamayacaktı..
Ancak gerçek şu ki, bu gelişmelerle birlikte anavatanımız Türkiye artık resmen soruna taraf olurken; o günden itibaren her gelişmede anavatanımız Türkiye’nin onayını almak gerekliliğini doğuruyordu.
Geçmişe dönüp bakacak olursak 1950 yılında yapılan Enosis Plebisitinden sonra Yunanistan siyasi tercihini çok açık ve net olarak dünya platformlarına taşımaya başlar. Nitekim Yunan Yönetimi ile yapılan işbirliği sonucu sorun ilk kez 1954 yılında “Kıbrıs’a Self-Determinasyon yani “Kıbrıs’ın Kendi Geleceğini Tayin Etme Hakkı” talebi ile Kıbrıs sorunu BM’e taşınır. Rum-Yunan ikilisinin Kıbrıs sorununu BM’e taşınmasına Kıbrıs Türk halkının ve Türkiye’nin tepkisi büyük olur ve de konu BM gündemine alınmadı. Kıbrıs’ta dini, dili ve kültürü tamamen farklı iki halk vardır ve de self-determinasyon söz konusu olursa , bu hak her iki halk için de geçerli olmalıydı.
Bu gelişmelerin ardından EOKA tedhiş örgütü 1 Nisan 1955’te bombalarını patlatarak faaliyete geçerken ne yazık ki ABD, Rum-Yunan ikilisinin Enosis hedeflerine destek vermekteydi.
O günde çıkış yolları arayan İngiltere, Türkiye’yi de Kıbrıs sorununa resmen taraf yapmak ve bir denge sağlamak için 29.08.1955’te Londra Konferansını organize eder.
İngiltere’nin çağrısı ile Londra’da toplanan bu konferansa Türkiye, Yunanistan ve de İngiltere katılır. Bu toplantıda Yunanistan “Kıbrıs halkına self-determinasyon” adı altında Enosis’i savunur, onlara göre Adada Rum, Türk, Maronit ve Latinlerden oluşan tek halk vardır ve de bu halka self-determinasyon hakkı tanınmalıdır ve de Enosis gerçekleştirilmelidir!..
Anavatanımız Türkiye ve Kıbrıs Türk Halkı ise “Adada dini, dili ve kültürü tamamen farklı iki halkın bulunduğunu, her iki halkın da self-determinasyon hakkının bulunduğunu, Kıbrıs’a self-determinasyon hakkı tanınacaksa her iki halka da ayrı ayrı tanınması gerektiğini” ortaya koyuyordu.
Böylece Kıbrıs’ta tek halk mı, iki halk mı var tartışması, sorunun özü ve sonucu ile doğrudan ilgili bir öneme sahip olur. Bu konu bugün de önemini aynen korumaktadır!.. Kıbrıs’ta dini, dili, ırkı tamamen farklı iki halk vardır . Bu gerçekler inkar edilemez..
Yıllarca verilen mücadelenin ardından 1959 Zürih ve Londra anlaşmaları temelinde 16 Ağustos 1960 Lefkoşa Anlaşmaları ile Kıbrıs Cumhuriyeti ilan edilir ve o günde Mağusa Limanından adaya 650 kişilik Türk Askeri Alayı ve 950 kişilik Yunan Askeri Alayı adaya ayak basarken Kıbrıs Türk halkı 82 yıllık bir aradan sonra Türk Askerine yeniden kavuşmanın mutluluğunu yaşıyordu.
Ancak ne yazık ki bu anlaşmaları Rum-Yunan ikilisinin Enosis’e sıçrama tahtası olarak görmesi nedeniyle 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti uzun ömürlü olmayacak ve de Rum-Yunan ikilisinin 21 Aralık 1963 Kanlı Noel silahlı saldırıları ve katliamları sonucu 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti yıkılacaktı.. YARIN DEVAM EDECEK…