Sağlık, siyaset, hukuk; hepsi entübe…

Abone Ol

Kıbrıs Türk toplumunun “dönüşümü” projesine gönüllü dalkavukluk yapan saçı sakalı ağarmış bazı kişilerin şu cümlesine bakınız:
“Cumhurbaşkanı, Ramazan’ın başlamasını kutlamadı…”
Evet… Kıbrıs’ta artık; “din”in siyasete bulaştırılmasını talep eden, yarı-aydınlar dönemine girdik…
Dertleri ne?<
Elbette seçimler…
Üstelik Cumhurbaşkanı’nın, Hristiyanların “Easter Yortusu”nu kutlamasını da işin içine karıştırıyorlar…
Demek istiyorlar ki;
Bizim Cumhurbaşkanı, Rumların Paskalyasını kutluyor ama, bizim Ramazan’ımızı kutlamıyor…
Yani “Türkçülük-Rumculuk” oyunu…
Tıpkı, Başbakan’ın “ilaç skandalı”nda oynadığı “rol” gibi…
Onun da kökeninde “Türk-Rum” fanatizminden oy devşirmek vardı…
Yoksa; Rum tarafından gelecek ilaca ihtiyacımız olduğunu ve bunu kullanacağımızı çok iyi biliyordu…
Ramazan’ın başladığı gün; siyasetçinin “Hayırlı Ramazanlar” diye açıklama yapması bugüne kadar Kıbrıs’ta görülmüş bir şey değil…
Cumhurbaşkanı’nı buna zorlamak, bunu yapmadığı için de suçlamak, tam anlamı ile terbiye dışı bir patafatsızlıktır.
Siyasetçiyi “din” konularının içine çekmek, yalnızca Türkiye’de bazı kesimlere yaranmaktır, sinyal vermektir…
Cumhurbaşkanı, halen her iki dini bayramımızda da, Saray’da kutlama yapmakta ve halk bu kutlamalara yoğun biçimde ilgi göstermektedir.
Bu; yıllardan beri görev yapan tüm Cumhurbaşkanları tarafından böyle uygulandı.
Hristiyanların Paskalyası da, bizim dini bayramlarımızın karşılığıdır. Onlara yönelik bir kutlama mesajı yayımlamak da oldukça yerindedir.
Hristiyanların bizim “oruç” geleneğimize benzeyen üç haftalık, sütten ve hayvansal ürünlerden muaf bir kısıtlayıcı dönemleri vardır.
Tıpkı bizdeki gibi; isteyen Hristiyan bu dönemde bu kısıtlamalara uyar, isteyen uymaz…
Bizim için de Ramazan öyledir, öyle olmalıdır…
İsteyen “oruç” tutar, isteyen tutmaz…
Kimse; oruç tutanların ya da tutmayanların “özgürlüğüne” karışamaz…
Hele; bunu bir “siyaset” konusu haline getiremez…
Bu yüzden, Cumhurbaşkanı’na “rol” biçmek, onu “din”in içine çekmek, hiç de “aydınca” bir yaklaşım değildir…
Ne yazıktı ki bu “Corona” döneminde, aynı “amaca” hizmet eden, bir başka girişime daha şahit olduk…
Bazı kamu doktorları, devletin televizyonuna çıkarak, deyim yerinde ise “kabak doğradılar” ve tıpkı sakallı birkaç Kıbrıslının “Hayırlı ramazan” takıntısı gibi Cumhurbaşkanı’na saldırarak “Türk-Rum” fanatizmi üzerinden “yandaşlık” yaptılar…
Doktorlardan biri, daha da ilerleyerek ve çağını aşarak Rum tarafından alınan ilaçların “Körlük yaptığını” iddia edecek kadar gözünü kapadı…
Ta; Birinci Dünya Savaşı’na kadar gitti… O zamanlar yapılan bir araştırmayı 21. Yüzyılda gündeme getirdi.
Elbette tutmadı… Kimse inanmadı…
Ancak; bilimle yatıp kalkması gereken bizim insanımız, genç doktorumuz, siyaset yaparak, üstelik bir ilacın adını vererek etik dışı bir davranışta bulundu…
Bir Avrupa ülkesinde üretimi yapılan, Türkiye’de Corona için tedavide kullanılan, İsrail’in tedavide olumlu sonuçlar alındığını açıkladığı ve yekün alım yaptığı, Fransa’da 1067 kişide denenen ve yüzde 92 dolayında hastanın hayatının kurtulduğu açıklanan bir ilaç söz konusu…
Tüm bu devletler, bilim insanları, araştırma yapan AB kurumları bu ilacı bilmiyor ama; Kıbrıs’ın kuzeyinde baktığı hasta sayısı sınırlı bir genç doktor, ilacın adını da vererek “körlük yapıyor” diyebiliyor…
Üstelik devletin televizyonundan gözlerimizin içine bakarak buna inanmamızı da bekleyebiliyor…
Bizim Koskoca Başbakanımız da bu “safsata”ya, bilimsel bir kanıt gibi sevinçle sarılıp “Rum düşmanlığı” üzerinden Akıncı’ya yüklenmeyi “siyaset” sanıyor…
Yani; aklımıza, beynimize zekâmıza hakaret ediyor…
Neden?
Hem Rum tarafını, hem de Cumhurbaşkanı’nı kötülemenin 6 ay sonraki seçimde “oy sağlayacağını” umarak…
Aslında; bu dönemde; özellikle UBP’li bazı siyasetçilerin, başta Başbakan olmak üzere, milliyetçilikten, fanatizmden, Rum’ları kötülemekten, düşmanlık tohumları ekmekten medet umuyor olması bizim yıllarca tanık olduğumuz bir handikap…
Dinci gruplara şirin görünmek adına Ramazan sofralarında fotoğraf çektirmek, iftar açmak da bu kesimin “normal”i sayılabilir…
Ama bu günlerde yaşadığımız; tamamen farklı bir durum…
Bu kez iktidar; saçı ağarmışlar ve bazı yandaş doktorlar üzerinden “pazarlama” yapıyor…
Belli ki “kontrgerilla” eğitimi almış, profesyonel, yüksek maaşlı akıl hocaları yeni taktikler uygulamaya başladı.
Demek ki “yandaşlık” Kıbrıslının doktoruna da, sakallı bilmişine de nüfuz etmiş…
Bilimin önceliği ve mesleğin ciddiyeti bir kenara bırakılmış…
KKTC Anayasası’sının 1. Maddesi “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devleti, demokrasi, sosyal adalet ve hukukun üstünlüğü ilkelerine dayanan laik bir Cumhuriyettir.” diye bar bar bağırırken…
Salt; “yandaş”lık olsun diye; saçı sakalına karışmış adamların bu ülkenin Cumhurbaşkanı’ndan daha çok “din vurgusu” talep etmesi…
Bazı doktorların ilaç kötüleme ve nefret söylemi ile Cumhurbaşkanı’na saldırması…
Hiç de hayra alamet değildir…
Dini, sağlığı siyasete bulaştırmak, hukuğu da siyasetin emrine vermek hiç bu kadar “normal” olmamıştı…