Şapkadan yeni güvercinler çıkar mı?
-Ah bir limancığımız olsa…
Kıbrıslı Türklerin dünyaya açılan ne bir limanı, ne bir havaalanı vardı…
1974 yazında; bir değil, 11 limanımız oldu…
Uzun yıllar sonra anladık ki mesele “liman” değilmiş…
Şimdi; 18 Ekim “darbe”sinden sonra, yeni bir “hamaset” bulutu içinde “nağra”lar yükseliyor:
-Ah bizi üç-beş devlet bir tanısa…
Profesyonel “algı” operasyonları; “tanınma” üzerine odaklandı…
Sanılıyor ki; üç beş adını duymadığımız, ama Türkiye’nin “sözünden” çıkmayan “devletçik” bizi gönülsüz biçimde de olsa; tanıyınca, her şey güllük gülistanlık olacak…
Oysa; “tanıma”nın tek başına hiçbir anlam ifade etmediğini gösteren iki tane ciddi örnek var…
Birincisi; Filistin Devleti…
“Filistin Kurtuluş Örgütü” devlet kurmaya karar verdiğinde ve 15 Kasım 1988’de “Bağımsız Filistin Devleti” ilan edildiğinde, dünyayı büyük bir heyecan sarmıştı…
130 dolayında devlet, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün “Bağımsız Devlet” statüsüne geçişini tanımak için birbirleriyle yarışıyordu…
Yaser Arafat; BM Genel Kurulu’nun 150’yi aşkın üyesinin daveti ile konuşma yapmak üzere New York’a davet edilmişti…
Ama; Arafat, Amerika’nın kendisine “vize” vermemesi üzerine ABD’ye gidemedi…
Bunun üzerine BM Genel Kurulu; Arafat’ın ayağına gitti…
13 Aralık 1988’de Cenevre’de toplandı ve Arafat, 140’ın üzerinde ülkenin desteği ile devrimci bir kahraman olarak karşılandığı genel kurula hitap etti.
Ne oldu?
Birkaç yıl sonra; Oslo’da, İsrail ile Barış Anlaşması imzalamak için “bağımsızlık”tan vaz geçti ve “Otonom” olmayı kabul etti…
Yıllarca BM’de, “Gözlemci kuruluş” statüsünde idi. 2012’den beri de “Üye olmayan gözlemci devlet” statüsüne yükseltildi.
BM Genel Kurulu’ndaki oylamada; BM Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesinden Fransa, Rusya ve Çin; Filistin’in “devlet” olarak anılmasını kabul ederken, İngiltere çekimser kaldı ve ABD hayır oyu kullandı.
Filistin; Amerika ve İngiltere’ye göre “devlet” değildi…
Filistin Devleti; dünyanın bunca desteğine rağmen, halen “devlet” olarak BM’ye tam üye değil… Toprakları işgal altındadır ve her gün İsrail bombaları; üzerine yağmaktadır…
Gelelim 2. örneğe: Kosova…
Kosova; 17 Şubat 2008’de, Bağımsızlık Deklerasyonu ile Sırbistan’dan ayrı bir “devlet” olduğunu ilan etti.
Dünyanın “sempatisi” ile karşılaştı…
Bu yılın Eylül ayına kadar bu “devlet”i; 116 BM üyesi devlet tanıdığını açıkladı…
Tabii 15 tanesi sonradan “tanımaktan” caydı…
Şu rakamlara bakalım:
BM üyesi 193 ülkeden 98’i (%51) Kosova’yı tanıdı…
Avrupa Birliği’nin 28 üyesinden 22’si tanıdı… (%81)
30 NATO üyesinden 26’sı tanıdı… (%87)
İslam Ülkeleri Örgütü üyesi 57 devletten 33’ü tanıdı…
Ne oldu?
Sırbastan ile “barışmadığı” için bu “tanıma”lar hiçbir işe yaramadı…
Sonunda; oturup Sırbistan ile ilişkilerini “normalleştirme” konusunda uzlaşıya vardı. Artık “tanınma” talep etmemeye razı oldu…
Aslında; Kosova’yı ilk tanıyan ülkelerden biri de Türkiye idi…
Ancak Türkiye; son yıllarda “KKTC’nin tanıtılması” konusu her gündeme geldiğinde, “İşte Kosova örneği ortada, onu tanıdılar da ne oldu?” şeklinde bir yaklaşıma sahipti…
CransMontana sonrasında bu görüş; apaçık biçimde Cumhurbaşkanı Akıncı’ya söylenmişti…
Yani Türkiye, böylesi bir “macera”ya atılabilecek “takadı” kendinde görmüyordu. Üstelik bunun bir işe yaramayacağını da biliyordu…
Türkiye; CB Akıncı’nın Azerbaycan’a davet edilmesini, ya da Aliyev’in KKTC’ye gelmesini bile sağlamaktan acizdi…
Başkan Erdoğan ve Aliyev ile Türkiye’de birkaç kez bir araya gelen Akıncı, bu “acizliğe” yakından tanık olmuştu…
Bir de Kazakistan “fiyaskosu” var…
Erdoğan’ın, İslam Ülkeleri Örgütü’nün dönem başkanlığını yaptığı dönemde; Akıncı’nın Kazakistan’daki konferansa katılması söz konusu olmuş ama Nazarbayev bunu reddetmişti. “İsterse TC heyeti içinde gelebilir” demişti.
Şimdi “hamaset” bulutları içinde gene söylenmeye başladılar:
-Ersin Bey bir Azerbaycan’a gitse…
Keşke… Azerbaycan ile “tanınma” olmadan da ilişkiler geliştirilemez mi? Hani; nerede?
Ay sonu BM Genel Sekreteri’nin Danışmanı Bayan Lute adaya geliyor…
Ersin Tatar; masaya “iki devlet”i götürecekmiş…
İşte; Anastasiades’i sevinçten çıldırtacak, yerinden hoplatacak bir adım…
Türk tarafı bunu yapar mı? Yoksa Sayın Erdoğan’ın AB’nin 12 Aralık’ta alması muhtemel TC’ye karşı kararların korkusundan bu “konu” sümen altına saklanır mı?
Bizimkine “Şimdilik sus” denir mi?
Tıpkı Derviş Eroğlu’nun 11 Şubat 2014’te yaptığı gibi “federasyon konuşuruz tabii” der mi?
Der mi, der…
Nasıl olmasa; “18 Ekim darbesi”nden sonra Ankara’ya “entegre” edilen “beyinler” orası ne “load” yaparsa, onu bilecek, onu savunacak, onu konuşacak… Erdoğan’ın bu günlerde her an “şapkadan” yeni güvercinler çıkarması mümkündür…