Kıbrıslı Türkler İngiliz koloni döneminden beri kendi kültürel dönüşümlerini daha organik bir şekilde gerçekleştirebilmeyi büyük oranda başarmışlardır. Türkiye Cumhuriyeti'ndeki Kemalist devrimleri de yukardan aşağıya bir şekilde değil de daha bir toplumsal konsensus ortamı yaratarak gerçekleştirmişlerdi. Böylece zaman içerisinde ortaya oldukça egaleteryan bir yapıya sahip Kıbrıslı Türk toplumu çıkmıştır. İyi tarafıyla, kötü taraflarıyla tabii. Çünkü bir taraftan görece eşiklici bu yapı meritokrasinin de altını zaman zaman oymuştur. Öte yandan yıllar içerisinde orantısız güce karşı ontolojik kaygılarını gidermek için çok farklı taktikler de geliştirmeyi başarmışlar. "Mış gibi yapma," "abartma," "ileriye erteleme," "sağ gösterip sol vurma," gibi. Yani post kolonyal bir toplumun tüm özelliklerini de barındırmaktadırlar. Bu taktikleri çok ulvi tavırlar olarak görmesek de Kıbrıslı Türklerin bugüne kadar gelmesine büyük katkıda bulunmuştur. Asimetrik ilişkileri dengelemek için tabii. Anlatmaya çalıştığım, ne İngiliz yönetiminin ne de şimdilerin patron devleti Türkiye'deki daha hiyararşik bir kültürden gelen yetkililerin Kıbrıslı Türklerin bu ontolojik reflekslerini hiç bir dönemde okuyamamıştır. Örneğin adadaki Kemalist liderlerin Kıbrıslı Türkleri daha da Türkleştirmesi için adaya getirdiği Celal Hordan köylerde zorla yaşlıların çarşafını çıkarmaya başladıktan sonra toplumun tepkisini çekmiş ve onu getiren Dr. Küçük tarafından kısa sürede adadan uzaklaştırılmıştı. Yani anlayacağınız adalı buyurgan, hoyrat, dayatmacı bir siyasi kültüre her zaman tepki vermiştir. Bazen sessizce de olsa. Çünkü sessizlik de dayatılmış bir şeyi sesli bir olumlamayla biat etmeme anlamına gelir. Yani bir çeşit gürültülü bir sessizliktir. Bu tür tepkiler orantısız güce karşı kullanılır. Neyse anlaşılan şimdiki patron da bu kadar yıldır Kıbrıslı Türkleri anlamamış ki toplumu germeyi kendine vazife edinmiştir. Celal Hordan'ın zorla çarşaf çıkartmasına karşı çıkan bu topluma şimdi ortaokul çocuklarına zorla kıyafet tüzüğü dayatması yapılması da benzeri tepkilere neden olacaktır. Niyet tabii buyusa bilemem. 2020'dekine benzer kutuplaşma yaratıp o dönemdekine benzer müdahalenin zeminini mi hazırlanmak isteniyor.
(Mete Hatay)
Bakanlar kurulu tüzüğü geri çekti ama okulların önünde gene kaos, tam 4 polis arabası!
Polisin sanki başka işi yok, polisi da gereksiz meşgul eden bir olay.
Sebep ne siyasilerin birilerine yüz vermesi, bundan oy devşirmeye çalışması. Aile kendinde hak görüyor, başörtüsü ile çocuğu okula sokmaya ÇALIŞIYOR.
O çocuğu arkadaşlarının önünde düşürdükleri durumun farkında değiller!
Çocuk be çocuk, başı açık ya da kapalı!
Bırak büyüsün da kendi inancına göre takar veya reddeder. Zorla güzellik olmaz!
Bu halk buna izin vermez! Çocukları dini malzeme yapamazsınız! Bu ülkede yaşıyorsan saygı duyacaksın. Bu kaostan beslenemezsiniz!
(Hasan Gazioğlu)
Bizim ilkokul, ortaokul ve lise yıllarımızda “başörtüsü” diye bir sorun anımsamıyorum. 12 yıllık süreçte, hiçbir arkadaşımızın inancı gereği başını örtme isteği olmadı.
Kılık kıyafetle ilgili en önemli sorun saçlarımızdı.
Özellikle de erkek çocukları…
Müdür ve öğretmenler uzun saç istemezdi. Tatlı tatlı uyarırdı. Anne babamızı arar, anlatırdı. Olmadı berbere gönderirdi.
O dönemler uzun saça karşı en fazla ortaya koydukları gerekçe bitlenmeydi.
Uzun saça bit gelirdi (!)
Biz erkekler de kızları örnek verirdik: Peki, kızlar bitlenmez mi?
Gri pantolon, beyaz gömlek, lacivert kazakla tamamlandı okul yılları… O dönem kızlar etek giyerdi yalnızca… Sonraki yıllarda kızların pantolon giydiklerini gördüm. Bir ara erkeklere küpe meselesinin tartışıldığını duydum. Şimdi nasıl bilmiyorum.
Bunların hiçbiri siyasi bir akımın ya da ideolojinin dayatması değildi elbette...
(Cenk Mutluyakalı)