Tadına doyulmayan lezzet dedikodu

<p class="MsoNormal"><span lang="EN-US">Avare insanların asırlar boyu trendi aslında dedikodu. Ama Kıbrısta bir başkadır. Namık Kemal bile Kıbrısın dedikodusuna değinmiş, hatta serzenişte bulunmuştur. Ey Namık Kemal senin gözlemlediğin...

Abone Ol

Avare insanların asırlar boyu trendi aslında dedikodu. Ama Kıbrısta bir başkadır. Namık Kemal bile Kıbrısın dedikodusuna değinmiş, hatta serzenişte bulunmuştur. Ey Namık Kemal senin gözlemlediğin şu dedikodu tüm çirkinliği ile devam etmektedir. Öyle görünüyor ki devam da edecektir. İnsanlar kendi iç dünyalarını değitirmedikçe de abesle iştigal etmeye devam edeceklerdir. Çünkü iç dünyası alabora olmuş bireylerin kendilerine buldukları meşgalelerden biridir dedikodu. İç dünyası aydınlık bireylerin ise yapacak çok işleri vardır. Onlar kendileri ve içinde yaşadıkları toplum için değer üretmektedirler. Bunun yanında yaptıkları davranışların, söyledikleri sözlerin de sorumluluğunu taşımaktadırlar.

İslamın kutsal kitabı Kuran-ı Kerim de dedikoduya değinmekte hatta kul hakkından söz etmektedir. Dedikoduya gıybet de deniyor ve Hucurat Suresinin 12. ayetinde şöyle ifade ediliyor: “Siz ey iman edenler! Birbiriniz hakkında zandan şiddetle kaçının! Unutmayın ki zannın bir kısmı ağır bir vebaldir! Birbirinizin gizliliklerini de asla araştırmayın ve arkanızdan birbirinizi çekiştirmeyin! İçinizde ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanan biri var mı? Bakın tiksindiniz işte! O halde Allahtan korkun…” Hümeze Suresinin ilk ayetinde de “gizli-açık, arkadan-önden, sürekli iftira atıp kara çalan, çekiştirip ayıp kusur arayan herkes kendine yazık etmiştir” ifadesi yer almaktadır.

Burada ifade edilen nokta kanımca dedikoduyu yapanın da yapılan kişinin de ruhunda ciddi yaraların açılabileceği ve sosyal yaşamın da çürüyebileceğidir. Bir insanın onurunu yerlere sermek onu çiğ çiğ yemektir aslında. Yiyen kişinin de vampirden farkı yoktur. Bununla birlikte birini çekiştirip durmak o kişideki o özelliklere sahip olamama ve gizliden gizliye sahip olma isteği olabileceği gibi başkalarını değersizleştirerek, küçük görerek, göstererek o kişi üzerinden kendini yüceltmek, iyi ve  değerli hissettirebilecektir dedikoduyu yapana.

Dedikodu başkalarını kınamak, çekiştirmek üzere yapılan konuşmadır. Birinin bir kusurunu arkadan söylemektir. Dedikodusu yapılan kişi bunu duyduğu zaman mutsuz huzursuz olacağı şekilde bir anmadır bu. Daha vahim olan ise söylenenlerin aslında kişide bulunmama durumunun da olabilirliğidir. Bu durumda bu kişi iftiraya uğramaktadır.

Kıbrısta dedikodunun bir yaşam biçimi şeklini aldığını düşünüyorum. Dedikodunuzun yapılması için birine birşey yapmaya hiç gerek yok. Sizin bir özelliğiniz karşıdaki kişi için yeterli olabilir. Çocukların, gençlerin bile acımasızca dedikodusunun yapıldığını çok gördüm. Herhangi bir şey için herhangi bir damga karşıdakinin saldırganlığına göre yiyebilirsiniz. Tabii bu saldırganlık genellikle sohbet ortamlarında yapılır ki tadına doyum olmasın.

Evet dedikodu ciddi bir saldırganlık aracı. Yaşamlarında üretimden yoksun kendilerinden uzak, kendileri ile küs, kendilerini tanımayan, bilmeyen kişilerin kendilerindeki eksikliklere göre tamamlanma ve önemli olma ihtiyacı. Masummuş gibi görünen düşmanlıkla dolu iki ucu keskin bir kılıçtır dedikodu. Bugün siz birinin dedikodusunu yaparsınız yarın ise sizinkini yaparlar. Bundan kaçamazsınız çünkü bireyden topluma yayılan dedikodu sosyal bir olgu halini almıştır bile. Dedikodu bazan belli kişilerle yapılır, bazan hiç tanınmayan kişilerle. Her iki durumda da amaç söylenenlerin yayılmasıdır. Buna ek olarak dedikodu yapılırken ortaya çıkan o sahte güven ortamı kişilere kendilerini çok da özel hissettirir. Kendilerini çok değerli hissederler o anda. Dediydi… dediydiler… dediydik… ama ben dediydim… gibi uçsuz bucaksız bir şiddet aracı ile görmeyen gözlerle, akletmeyen zihinlerle, gerçeklere kapalı algılarla, katılaşmış sevgiden yoksun kalplerle konuşurlar da konuşurlar. Zevk alırlar bu sohbetten.

Dedikoduyu önlemenin en önemli yolu kendini tanıyıp sevmekten ve bir şeyler ortaya koymaktan geçer. Ruhunu coşturan değerler ortaya koyan kişiler barışçıl bir ruh taşıdıklarından ne Ahmet beyle, ne Ayşe hanımla ne de birinin evladıyla dedikodu anlamında ilgilenirler. Bilinçli konuşurlar, sorumluluk alırlar hatta bir diğer kişiyi destekleyecek nitelikte davranırlar.

Kısaca insan kendi iç dünyasının farkındalığını eline almadıkça kendine de toplumuna da yabancılaşır. Bireyden topluma dejenerason ortaya çıkar.  Bu durumda toplum da değişip gelişemez. Bir kısır döngüde mutsuz ve umutsuz yaşanıp gidilir.

Kendimizi tanıyıp, sevip, değer verip başkalarına da kendimiz gibi yaklaşmayı öğrenmek ve öğretmek dileğiyle…

 

Sevgiyle kalın…