TANER ORHON’UN ARDINDAN BİRKAÇ SÖZ

Abone Ol

            Rahmetlik Taner’le aynı sokakta oturuyorduk.  Gerek onun, gerekse bizim evin çok büyük bahçelerimiz vardı.  Özellikle Ortaokul dönemlerinde ya ben ona, ya da o bana gelir ve birlikte çalışırdık.  Hatta bazen golf sahasındaki korulukta çalıştığımız olurdu.  Oraları sessiz ve dingindi.  Orta üçte ise Kuruçeşme’deki binada aynı sınıfta ve aynı sırada birlikte oturmuştuk.  Çok güze bir arkadaşlığımız vardı.
            EOKA o günlerde başlamıştı faaliyetlerine.  Sık sık örfi idare sirenleri çalardı.  Sokağa çıkma yasağı olmasına rağmen, evlerimiz çok yakın olması, kaçamak yapmamıza neden olurdu.
            Bizim sınıftan hatırladığım bazı arkadaşlar belleğimde kalmış.  O sınıfta ayrıca Prof. Dr. Derviş Oral, Prof. Aytekin Besim, Küçük Aysel’in kardeşi Erdinç Bağdadi, nalbant Ahmet Dayı’nın oğlu Hasan Ahmet, emlakçı ve yıllar sonra bıçaklanarak öldürülen Ali Argüden ve dahaları vardı.  Şu anda tümünü hatırlamam mümkün değil.
            Bir gün Taner Orhon, dört parmağını kapıya sıkıştırmış ve sekiz on dikişle küçük bir ameliyat geçirmişti.  Tek eliyle yazıyor, kitaplarını çantasından çıkarıyor, çantasına koyuyordu.  En büyük yardımcısı bendim.
            Okul Müdürümüz rahmetli Yavuz Selçuk, Taner’e büyük bir sempati duyduğundandı ki, onun yaralanması nedeniye ona toleranslı davranıyordu.
            Sanırım iki üç ay sürmüştü parmaklarının iyileşmesi.
            Özellikle yaz tatillerinde Taner’lerin kocaman bahçeli evine gittiğimde annesi rahmetlik Fatma teysz’nin çok hoşuna giderdi.
            Taner her zaman iki ablasıyla öğünürdü. Şair Pembe Marmara ve Selma Marmara ile.
            Rahmetlik babası bakkal Yusuf’un iki evliliğinden çok çocuğu olmuştu.  Daima bakkal Yusuf’tan alış-veriş yapardık.  Ayrıca Fatma teyze ile annem de çok sıkı dosttular.
            Onların bahçelerinden yeşil erik toplar, o erikleri tuza banardık.
            Taner’in kendinden iki yaş büyük bir de abisi vardı. Hepiniz hatırlayacaksınız...  Alper Orhon...
            Alper Orhon harekat sonrasında Kıbrıs’a bakan olarak gelmişti.  Alper de çok iyi bir dostumdu. Beni Başkanlık sarayında görünce, bana Milli Arşiv’in başına geçmemi istemişti ama ben kabul etmemiştim. Çünkü Milli Arşivi kuran dostum Mustafa Haşim Altan bu görevi üstlenmişti.
            Liseye geçtiğimizde Taner’le yollarımız ayrılmıştı.  O lisenin fen bölümüne, ben de Commercial bölmüne girmiştim.  Daha sonra biz Köşklüçiftliğe taşınınca artık sık sık görüşmez olduk.  Taner yüksek tahsil için Ankara’ya gitmiş, ben de memuriyete intisap etmiştim.
            Yıllar sonra her ikimiz de evlenmiş ve çoluk çocuğa kavuşmuştuk.  Kader bizi komşu yaptı.
            Taner ilerleyen zamanda Belediye’ye müdür olmuş, ben de Dr. Küçük’ün Özel Kalem’inde memuriyete başlamıştım.
            Hatırlıyorum...
            Taner bir gün bana şöyle demişti:
            “Sen biliyor musun bir kardeşim bizim evin havuzuna düşüp boğuldu.”
            Bu bilgi doğruydu.
            Bir de şunu söylemişti bana.
            “Güvenir, sen biliyor musun ki, babam bakkal Yusuf her evladına bir ev aldı.”
Sadece Alper Orhon’da da, Taner Orhon’da da içki içme tutkusu vardı.  Her akşam mutlaka çilingir sofrasını kurarlar ve içerlerdi.  Sanırım Alper Orhon içkiden gitti.  Sevgili Taner’in neden öldüğünü henüz öğrenemedim.
            Lakin kader, insanların göğsüne iliştirilmiş bir rozet gibi hayatın sonuna geliyor ölüm.  Taner kardeşim de o rozetle bu hayattan koptu ve herşeyini arkasında bıraktı.
            Allah’tan ona gani gani rahmet diler, yaslı ailesine başsağlığı dilerim.
            Nurlar içinde uyu güzel insan...