24 Nisan 2004 Annan Planı Referandumu günlerinde KKTC Kurucu Cumhurbaşkanımız rahmetli Rauf R. Denktaş ‘hayır’ kampanyası başlatmıştı…
ABD, AB ve BM ve diğer güçler Kıbrıs Türk halkına ‘evet’ dedirtmek için Ankara’ya ve Kıbrıs Türk halkına baskılar uyguladılar. Neticede adını ‘Mr.No’ olarak koydukları Kurucu Cumhurbaşkanımız Rauf R. Denktaş haklı çıktı. Annan Planı referandumunda ‘evet’ demenin zararını gördük yararını görmedik. Bu Kıbrıs Türk halkına bir ders oldu!... Bu saatten sonra Kıbrıs Türk halkı ve anavatanımız Türkiye ne AB’ye , ne ABD’ye , ne BM’ye ve ne de Rum Yunan-Yunan ikilisine hiçbir şekilde güvenmez ve güvenemez..
Referandumda ‘evet diyen Kıbrıs Türk halkı cezalandırılırken, aradan 13 yıl geçmesine rağmen verilen sözler ve vaatler yerine getirilmezken , uygulanan ambargolar ve izolasyonlar devam ederken referandumda ‘hayır’ diyen Rumlar ödüllendirilerek ’sözde’ Kıbrıs Cumhuriyeti olarak 1 Mayıs 2004 itibarıyla AB’ne üye olarak kabul edildiler ve günümüzde de AB Kıbrıs sorununu sahiplenmeye çalışıyor..
Günümüzde yer alan toplumlararası görüşmelerde Anastasiadis hedeflerime ulaştım diyorsa bir bildiği vardır!.. Anstasiadis, mevcut görüşmelerde AB normlarının ve 4 temel özgürlüğün uygulanmasını, nüfus oranı 1 Türk’e karşı 4 Rum oranı olmasını, mülkiyette KKTC tapuları dikkate alınmadan ilk söz hakkının 1974’deki mal sahibinde olmasını taviz olarak kopardıktan ve iki bölgeliliği sulandırmayı başardıktan, Cenevre görüşmelerinde 11 Ocak itibarıyla sayın Akıncı’dan ‘Harita’ alarak bir ilki başardıktan sonra gözünü garanti anlaşmalarına çevirdi.
Kıbrıs Türk halkı ve anavatanımız Türkiye 2004 Annan Planı Referandumu sonrası arkadan vurulmasının ardından şimdilerde Cenevre Konferansı ile vurulmak istendi. Nikos Anastasiadis, Cenevre yolunda uçakta kendisiyle seyahat eden gazetecilere “İstiladan bu yana Kıbrıs Cumhuriyeti’nin , özellikle güvenlik ve askerler gibi özlü konularda muhatabı ilk kez Türkiye oluyor” diyordu.
Anastasiadis, “Kıbrıslı Rumların ve Kıbrıslı Türklerin endişelerine saygı duyan çağdaş bir Avrupa devleti kurmamıza olanak tanıyacak ilke ve değerler temelinde çözüm bulma ümidiyle kararlı gidiyoruz. Böyle bir devletin elbette ne garantilere, ne de askerlere ihtiyacı var. Üçüncü ülkelerin garantisine ihtiyaç duyan tek ülke olmaya devam edemeyiz” iddiasında bulunuyordu.
Anastasiadis hala daha Rumların ‘sözde’ Kıbrıs Cumhuriyeti olarak 1 Mayıs 2004’te AB’ne üye olurken garanti anlaşmalarının varlığını ve de AB’nin en güçlü ülkesi olan Almanya’nın garantörünün 1945 yılından beri ABD’nin olduğunu bilmezden geliyor.
BM Genel Sekreterinin desteğini de arkasına alan Rum liderliği Garanti Anlaşmalarını da masaya yatırmayı başardı. Rum-Yunan ikilisi anavatanımız Türkiye’nin etkin ve fiili garantisinin Kıbrıs Türk halkı ve Türkiye’miz için ne kadar önem arz ettiğini bilmezden gelerek kaldırılmasını istiyor, başaramazsa da sulandırılmasını hedefliyor. Kıbrıs Türk halkının güvenliği ile Garanti Anlaşmalarının farkını bilmezden gelerek konuşuyorlar ve tek bir Türk askerinin bile Kıbrıs’ta kalmasını istemiyorlar. Ancak Yunan askerinin Kıbrıs’taki varlığından ve de 1998’den beri Baf’ta yer alan Yunan Askeri üssünden söz eden yok, İngiltere’nin mevcut üslerinin kaldırılmasından bahseden yok!.. Ama sorarsanız da Anastasiadis , “Yunan askerlerinin Kıbrıs’ta olması yasaldır” diyecektir!...
Rum-Yunan ikilisi Garanti ve İttifak anlaşmalarının kaldırılmasını istiyor ve Cenevre Konferansı’nda çok ileri giderek Kıbrıs Türk halkının ve anavatanımız Türkiye’nin kabul etmesi söz konusu olmayacak olan “uluslar arası Polis Gücü”nün kurulmasını istiyor. Kıbrıs Türk halkı bunu nasıl kabul edebilir ki?
Her şeyden önce yaşananlar vardır. 4 Mart 1964 tarih ve 186 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararıyla , 26 Mart 1964’ten beri Kıbrıs’ta görev yapan BM Barış Gücü 1963-1974 yılları arasında yer alan Rum silahlı saldırılarından hangisini önlemiştir ve/veya önlemeye çalışmıştır. BM Barış Gücü saldırılara şahitlik yapmaktan başka ne iş yaptı ki? Şimdilerde de Anastasiadis Cenevre Konferansında önerdiği “Uluslararası Polis Gücü’ne mi güveneceğiz? Yoksa AB’nin garantörlüğüne mi ? Kıbrıs Türk halkı anavatanımız Türkiye’den başka kimseye güvenemez…
Dahası Rusya’nın tehditlerine karşı AB’nin gücüne güvenmeyen AB üyesi Polonya ABD’den yardım istiyorsa ve 15 Ocak 2017’de ABD’ye ait zırhlı bir Tugay ve okyanusları aşarak Polonya’ya gidebiliyorsa, ABD tankları Polonya’da dolaşabiliyorsa , Polonya Başbakanı Beata Szydklo ve Savunma Bakanı Antoni Macierewicz Amerikan Zırhlı Tugayını karşılama törenlerine gidiyor ve konuşma yapıyorsa “ ve sizi 10 yıllar öncesinden bekliyorduk” diyebiliyorsa Kıbrıs’ta da olası bir siyasi çözümde anavatanımız Türkiye’nin etkin ve fiili garantisi kaçınılmazdır…..
1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anlaşmalarından kaynaklanan Garanti Anlaşmaları varken , anavatanımız Türkiye’nin etkin ve fiili garantisi devam ederken 1963-1974 yılları arasında Kıbrıs Türk halkının yaşadıklarını dünya unutmuşa benziyor. Dünya bilmelidir ki Türk askerinin Kıbrıs’tan çıkışı Kıbrıs’taki Türk varlığını da sonlandıracaktır. Nereden mi biliyoruz? Girit’e, Rodos’a, 12 Adalara bir bakınız, Türk kaldı mı? Türk varlığından söz edebilir miyiz?...