Tarihte 'Lale devri' ve KKTC gerçeği…

<p class="MsoNoSpacing"><span>Osmanlı tarihinde önemli bir yere sahip olan Lale Devri

Abone Ol

Osmanlı tarihinde önemli bir yere sahip olan Lale Devri  bilindiği gibi 1718 yılında Avusturya ile imzalanan Pasarofça antlaşması ile başlayıp 1730 yılındaki patrona Halil isyanı  ile sona eren toplam 12 yıllık dönemin adıdır.  Bu 12 yıllık dönemin diğer adı ise zevk ve sefa dönemidir. Osmanlı padişahı III. Ahmet ile Osmanlı sadrazamı Nevşehirli meşhur damat İbrahim paşanın kendi saltanatlarını alabildiğince sürdükleri ve Osmanlı Devletinin batışını hızlandırdıkları bir devrin sonunu hazırlayan Osmanlı ve Türk tarihinin bu iki şahsiyeti işbirlikçi yetenekleri ile de günümüz tarihinde böyle anılmaya devam edilmektedirler. Bu iki kafadar birlikte uyum içerisinde çalışmışlardır. Osmanlı halkının büyük bir kısmı zor  koşullarda yaşar iken onlar ve yakın çevreleri lüks ve şatafat içerisinde eğlenceye düşkünlükleri halk içerisinde büyük huzursuzluklara yol açmaktadır… Özelliklede İran savaşı sırasında padişahın Osmanlı devletinin elinde bulunan kaleleri bile para karşılığı yabancılara sattığı söylentileri ayyuka çıkınca Osmanlı halkından padişahın İran seferi ne çıkması istenmiştir. Padişah III. Ahmet göstermelik olarak bir sefer alayı düzenlemiş. akşam olunca da gizlice kayıklarla sarayına geri dönmüştür.

Bu durumun anlaşılması üzerine artık durum önlenemez bir hal almıştır. Bu durumdan vazife çıkaran patrona Halil adlı bir yeniçeri haklıda  yanına alarak isyan çıkarmıştır. İsyan sonucunda da meşhur Nevşehirli İbrahim paşa idam edilmiş

 yakınlarıda öldürülmüştür. Padişah III. Ahmet ise tahttan indirilerek yerine I. Mahmut getirilir. Görev devir teslimi sırasında III. Ahmet görevini devrettiği   ve aynı zamanda yeğeni olan I. Mahmut paşaya şu ünlü sözü söyler. “ Devleti  ehliyetsiz  sadrazamlara teslim etme der.””                                                                              

 

KKTCnin şu anki durumu hiçte iç açıcı görülmemektedir. 20 Temmuz 1974 mutlu barış harekatı ile kazanılan özgürlük ve bağımsızlık ne yazık ki özellikle ekonomik olarak taçlandırılamamıştır… 8 haziran 1975 günü halkoyuna sunulup geçerli oyların salt çoğunluğu ile kabul edilen 139 maddelik Kıbrıs Türk federe devleti süresi içerisinde akabinde  15 kasım 1983  yılında kurmuş olduğumuz ve anayasasını 5 mayıs 1985 yılında  halkoyuna sunulup kabul edilen 164 maddelik anayasa ile idare edilen Kuzey Kıbrıs Türk cumhuriyeti  devleti demokrasi sosyal adalet  ve hukukun üstünlüğü gözetilerek yönetilmiş midir? Ve de en önemlisi fertler arasında ayırım gözetilmeksizin tüm devlet olanaklarından eşit bir şekilde yararlanması kuralı ülkeyi yönetenler tarafından yeterince uygulanmış mıdır?  Herkesin anayasa ve yasalar karşısında eşittir ilkesi sadece KKTC anayasasının yazılı olan 8. maddesinde yazıldığı şekliyle mi kalmıştır?  KKTC de hiçbir kişi, aile, zümre ve sınıfa ayrıcalık tanınamaz ilkesi uygulanabilmiş midir?  20 Temmuz 1974 tarihinden günümüze 41 yıl  1975 yılında kurulan Kıbrıs Türk federe devletinden günümüze  40 yıl 15 kasım 1983 yılında kurulan kuzey Kıbrıs Türk cumhuriyetinden günümüze 32 yıl geçmiştir.  Her yıl rakamsal olarak ta artan bir şekilde Türkiye cumhuriyetinden gelen maddi yardımlar örneğin 2015 yılı içerisinde her ay yaklaşık 120 trilyon para gönderilmektedir.  Bu rakamların ise cari bütçe  savunma ve altyapı içersinde dağılımı  yapılmaktadır.  Adı anılan rakamların hiçte küçümsenmemesi gereken meblağlar olduğu kanaatindeyim. Ona rağmen bizim yönetememe beceriksizliğimizin tüm nedenlerini Türkiye cumhuriyeti ne yıkmak ve suçlu göstermek en hafif deyimle  vicdansızlık olur. Ülkemizde memnuniyet verici olan ise bu yanlış zihniyetlere prim verilmemesidir. …Ülkemizin içinde bulunduğu bu kaotik durumdan birazcık ta olsa kurtulma umudu var ise  ve ayakta durabiliyor isek  bu  Türkiye Cumhuriyetinin sarsılmaz maddi ve manevi desteği sayesindedir. Eğer  süratle  bu parlamenter sistemden vazgeçmez isek ülkemizdeki devasa hale gelen yapısal sorunları hala erteleme  öteleme ve tüm olumsuzlukların müsebbibinin denizaşırı  birilerine fatura  etme hastalığından vazgeçmez isek üzülerek te  olsa söylemem gerekir ki hepimizin sonu yazımın girişinde de belirtmiş olduğum örnekte olduğu gibi  Osmanlı tarihinde acılarla anılan dönem olarak  hafızalarda  da  yer eden  Lale Devrinin akıbeti bizleri beklemektedir…