24 Kasım Öğretmenler Günü gerçek fedakar öğretmenlerin günü mesleğini seven, öğrencisine destek olan yol gösteren, maddi olarak değil manevi olarak bu mesleği seçen ideal insanlar günü. Bugünler de artık bir avuç idealistin yaptığı meslek. Bana bu mesleği sevdiren , değerlin ne olduğu öğreten Ali Nesim hocayı sevgi ve saygıyla anarken, Mahmut İslamoğlu hocanın, M.Kansu hocanın da ellerinden öperken, üzerimizde emeği olan tüm hocalarımıza saygılar sunarız.
Tarla Kuşu ile Yavruları
Bir tarla kuşu varmış.Buğdaylar yeşerirken kendisine bir yuva yapmış.Her gün birer yumurta yapıp üzerine yatmış.Bir süre sonra yavruları yumurtadan çıkmış.Ama bir türlü uçmayı öğrenememişler.Tarla kuşu bundan dolayı çok üzgünmüş.Yiyecek aramaya giderken yavrularını sık sık uyarırmış. :
Aman yavrularım gözünüzü dört açın.Yarın tarla sahibi gelince kulak verip dinleyin.Ne konuştuklarını öğrenin.Biz de ona göre davranalım..
Tarla kuşu gidince, tıpkı söylediği gibi tarla sahibi ve oğlu gelmiş.Oğluna dönüp : ` Tamam , buğdaylar olgunlaşmış.Bugün git komşulara haber ver.Babam ekinleri biçmek için sizleri imeceye çağırıyor, de .Yarın erkenden orakları alsın gelsinler.` demiş.
Tarlakuşu yuvasına dönünce yavrularının telaş içinde olduğunu . görmüş. ` Ne oldu? Çiftçi . neler söyledi ` diye sormuş. ` Komşularına haber verdi.Yarın sabah yardıma gelmelerini söyledi.`
Tarlakuşu : ` Öyleyse hiç korkmayın ` demiş.` Yer değiştirmemiz için daha vakit var .Yarın gene dinleyin bakalım ne konuşacaklar?`
Ertesi gün tarla kuşu gene yiyecek toplamaya gitmiş.Tarla sahibi gene oğluyla birlikte gelmiş. ` Ekinler çok olmuş.Artık bu halde bekletemeyiz.Gördün mü komşuların bize ettiğini? Git bari akrabalara haber ver , yarın sabah erkenden burada olsunlar.`
Yavrular bu defa daha çok korkmuşlar.Anneleri gelince herşeyi anlatmışlar.Tarlakuşu gene aldırmamış.` Siz rahatınıza bakın` demiş.Yemlerini yiyip uyumuşlar..
Ertesi gün tarlakuşu gene gün doğmadan yiyecek toplamak için yola çıkmış.Bir süre sonra çiftçi oğlu ile gelmiş.Gelip gidenin . olmadığını görünce oğluna dönmüş:
` Biz hata ettik oğlum, ` demiş. ` Komşuya, akrabaya güvenmeyecektik.Dostun akrabanın da en iyisi insanın kendisidir oğlum, bunu hiç unutma.Yarın çoluk çocuk orakları alıp işe kendimiz girişelim.Ne zaman biterse bitsin.İşin en iyisi bu.` demiş.
Akşam yuvasına dönen tarlakuşu bu haberi alınca : ` Şimdi iş ciddi.Hemen açalım kanatları,` demiş.Yavrularını peşine takıp terk etmiş yuvasını.
Hani ne derler insanın dostu da kendisidir, düşmanı da. İnsan önce kendine güvenmeli..
Bu masal ünlü masal anlatıcısı Ezop’un ünlü anlatılarından birisidir. Kişinin kendi işini kendi yapması, özgüveni olmasını, kimseden medet ummamasını anlatır. Bugün öğretmenler günü herkes eğitimle ilgili bir şey söyler,öğretmenlerin gününü kutlar, sendikalar hep birşeyler söyler ama bir ilerlemenin, bir gelişmenin olduğunu görmeyiz. İnsanlar hep “bizim zamanımızda böyleydi, söyleydi” der. Gelişmiş ülkelerde ise ne kadar geliştiklerini, ne gibi yenilikleri yaptıklarını anlatır, bilimsel veriler ışığında eğitime yol verirler. Bizde hala sınıflar boyandı mı? Otobüsler uygun mu? tartışılır.Toplum eğitilmediği için hep ülkede, çevre, trafik ve en önemlisi saygı ve sevgi sorunu var. Değişmeyecek hiç bir şey yoktur sadece düşünemeyen, gelişemeyen beyinler vardır. Bu bağlamda Erdal Atabek’in bir zamanlar Cumhuriyet gazetesindeki eğitimle ilgili yazısını sizlerle paylaşmak istedik.
2000’Lİ YILLARDA
ERDAL ATABEK
Lise Yıllarımız...
Lise yıllarımızı çok severim. Hayata bakışımızın olgunlaştığı, arkadaşlık bağlarının derinleştiği o yıllar, üzerimizde sandığımızdan daha çok iz bırakmıştır.
Lise yılları, hayat hedeflerimizi belirlemeye çalıştığımız yıllardı.
Hangi mesleği seçmeliydik?
Hayatta değerlerimiz neler olmalıydı?
Toplumda nasıl tanınmak istiyorduk?
Yakın arkadaşımız kim olmalıydı?
Arkadaş grubumuz kimlerden oluşmalıydı?
Okul saygınlığını tanıyorduk. Matematik kafası olmak. Fenci olmak. Edebiyatçı olmak. Lider olmak. Arkadaşları arasında sevilmek. Bilgili olmak. Kültürlü olmak. Arkadaşlarına yardımcı olmak. Kafalı olmak. Denge unsuru olmak. Güçlü olmak. Sırasında kavgadan kaçmamak. Arkadaşlarını tutmak. Öğretmenlere yağcılık yapmamak. Kimseyi ezmeden başarılı olmak. Çok öne çıkmadan çalışkan olmak. Sınıfını geçmek.
Lise yılları "kimlik arayışı"nın yıllarıdır. O yıllar kimliğimizin oluşma yıllarıydı. Artık, ortaokul öğrenciliğinin tıfıllığından kurtulmuş, kendimizi daha olgun, daha yetkin, daha güçlü sanıyorduk. Ama ne sandığımız kadar olgunduk, ne umduğumuz kadar yetkindik. Gücümüzü de zaman zaman sınamamız gerekiyordu. Sporla, sırasında yumruk yumruğa kavgalarımızla. Hepsinin gerekli olduğunu şimdi daha çok anlıyorum.
Kendimizi bir ideale adamak istiyorduk. Böyle bir ideal bulamazsak kendimiz yaratmaya hazırdık.
Ailelerimizin okula gelmesi diye bir şey yoktu ya da ben bilmiyorum. Hiçbir işimize ailemizi karıştırmamak, çok önceki yıllarda kazandığımız bir karakter özelliğiydi. Her sorunumuzu biz, kendimiz çözmeliydik. Özgüvenimiz şaşılacak kadar yüksekti.
Ailelerimizin ekonomik gücünü zorlayacak hiçbir istemimiz olmazdı. Bu, ayıptı ve utanılacak bir güçsüzlük demekti. İstediğimiz her şey, ilerde, biz hayatımızı kazandığımız zaman kendimiz tarafından edinilecekti. Ailesinden bir şey bekleyeni aşağılıyor, önem verilmemesi gereken zayıf bir karakter sayıyorduk. "Karakterli olmak" en çok değer verdiğimiz özellikti.
Başarısız olmak ayıp değildi ama., kopya çekmek, öğretmeni aldatmaya çalışmak çok ayıptı. Bizim grubumuzda böyle davranışlar, "onu adamdan saymamaya yeterli" davranışlardı. Açıkça aşağılardık. Ama bir dersten zayıf olana yardım etmek, çalışkan öğrencilerin sorumluluğunda olan doğal bir görevdi.
Öğretmenlerimiz bu davranışları olumlar, belirli bir çizgi çizerlerdi. Kolaycılık, hazırcılık, kulağının üstüne yatmak, duyarsızlık, aldırmazlık, yalancılık kadar kötü karşılanırdı. Bize her zaman "karakterli, doğru hedefi olan, çalışan, dürüst, çevresine yararlı olan öğrenci" modeli sunulur, bu örnek olumlanırdı. Öğretmenlerimiz güç beğenir, yalnız eleştirilerini söylerlerdi. Onlar tarafından gösterilen en küçük beğeni, bizim için en büyük ödüldü.
Asıl ödülümüz başarıydı.
Kendi başarımızı kendimize verdiğimiz ödül sayardık. Bunun doğru bir ödül olduğunu gün geçtikçe daha iyi anlıyorum.
Kabataş Erkek Lisesi'ne bu yılın Pilav Günü'nde gittiğim zaman kimi öğrencilerle ayaküstü konuştuk. Ben, üç lise yılını da orada okudum. Lise öğrencilerini gerek Kabataş Erkek Lisesi'nde, gerek İstanbul Lisesi'nde (eski İstanbul Erkek Lisesi), gerekse Pertevniyal gibi, Darüşşafaka gibi Cumhuriyet liselerinde çok iyi buluyorum. Bizim zamanlarımıza göre daha donanımlı, daha kültürlü, daha iletişimli gençler.
Ancak, ne yazık ki günümüzde lise eğitimi, üniversite sınavları amacı yüzünden gerekli önemi yitirmiş görünüyor. Lise yılları sadece üniversiteye girebilmenin kapısı sayılıyor. Oysa, lise eğitimi hayata hazırlayan temel eğitimdir. Lise eğitimi zayıf kalırsa üniversite eğitimi de bekleneni veremez.
Lise eğitimine çok, ama çok önem verilmelidir. Bu dönemde eğitim gören gençlerin kimlik sorunlarının aşılması, karakter eğitimi ve kişilik kazanması, onların üniversiteye girip girmemelerinden çok daha önemlidir. Bir başka deyişle, üniversiteye girmek ve başarılı bir eğitim yapabilmek için lise eğitiminin sağlam olması çok önemlidir, işin temelini oluşturmaktadır.
Ulusal güvenlik sorunları buralardan başlıyor, ama gören var mı?
20 AĞUSTOS 2001 PAZARTESİ
ÖĞRETMENİM
Okumayı, yazmayı,
Sayıları saymayı,
Güzel resim yapmayı
Sensin bana öğreten.
Büyükleri saymayı
Küçükleri sevmeyi,
Yurda hizmet etmeyi,
Sensin bana öğreten.
Temiz ve pak olmayı,
Hatır gönül saymayı,
Dost yarası sarmayı
Sensin bana öğreten.
Kasabamı, köyümü,
Vatanımı, yurdumu,
Milletimi soyumu
Sensin bana öğreten.
Halil VURAL (Elçin,198)
KÖY ÖĞRETMENİ
Göçmen kuşları gider
Yapayalnız seyrederiz gidişlerini
Yediden yetmişe bir köy
Yediden yetmişe bir köy
Sonra
Öyle bir seviniriz hiç olmaz derece
Köyümüze öğretmen gelir.
Buram buram hürriyet gelir Köyümüze.
Duyarız
Anlarız
Seviniriz;
Küçücük sandalyecikleri okuldaki çocuklarımızın
Büyük
Büyük,
Öğretmenin gözünde
Küçücük yürekleri çatlıyacakmış gibi
içlerinde bir sevgi
Büyük,
Büyük,
En büyük
Atatürk sevgisi
Duyarız
Anlarız
Seviniriz.
Işığın aydınlığın
Sevincin içtenliğin
Barınağı
Gözlerimizi
Oturur konuşuruz öğretmenle
O bize "kazandığımız anı"
Kemal Paşa'nın Mehmekçiği Çanakkale'de
Süngü taktırışını
Anlatır
Kahve duvarında bir çift mavi göz
Bize bakar
Yorgun argın sigara yakışımız
Muhabbetlidir
O bakışlar kadar.
Bu onun dinlediği an
Okulda kahvede sokakta
Av mevsimi yolakta
Topraktepede, Uykucubelende, Gözlübeyitte
Yediden yetmişe bir köy
Atatürk dinlediğimiz hep
Atatürk sevdiğimiz
Göçmen kuşları gelir
Birlikte seyrederiz yuva yapışlarını
Öğretmen gider.
Yordamımızda yöremizde yolumuzda
Gözümün göynümüzün sağdıcı
Bu köy öğretmenleri yok mu
Bu köy öğretmenleri
Gelişleri silme sevinç
Gidişleri acı.
Süleyman Uluçamgil ( Deliceırmak, 122-124)
ÖĞRETMENİM
Elim kalem tutuyorsa bugün
Güzel düşünceler anlatabiliyorsam
Işıl ışıl bakıyorsa, gözlerim geleceğe
Aydınlık yarınlar umuyorsam, yüreklice
Orada siz varsınız öğretmenim...
Adımlarım korkusuz
Alnım açıksa eğer
Varlıkta ve yoklukta
Vatanım için çarpıyorsa kalbim
Ay-yıldızın gölgesinde mutluysam eğer
Bunu size borçluyum öğretmenim...
Anneme babama saygılıysam
Başkalarına değer verebiliyorsam
Erdemlerim varsa iyiden, güzelden, doğrudan yana
Bunları bana siz öğrettiniz öğretmenim...
İzinizden giderek
Sevmeyi sevilmeyi
Alın terininin, emeğin değerini,
Öğretebiliyorsam taze fidanlara
Orada yine sizin,
Güzel yüreğiniz var öğretmenim...
Ayşe Tural (Tural, 65)