Tuncer Bağışkan: Kıbrıs’ın kültürel mirasının korkusuz mücahidi…
Yollarımız 80’li yıllara girerken kesişmişti…
Uzun söyleşilerimizde; genç bir arkeolog olarak; tedirginlik, tepki, öfke ve çaresizlik duygularının yoğunluğuna tanık oluyordum.
Kahroluyordu zaman zaman…
1974 savaşı, kocaman ülkenin “kültürel mirasını” yok etmişti…
Kiliseler yağmalanıyor, ikonlar çalınıyor, duvarlardaki mozaik ve freskler sökülüp yurt dışına kaçırılıyordu…
Tam bir ganimet ve yağma dönemiydi o yıllar…
Tuncer (Bağışkan) Eski Eserler Dairesi’nde arkeolog olarak görev yapıyordu…
Toplum genelinde “kültürel miras”a yönelik bir “saygı”nın kırpıntısı bile yoktu…
UBP hükümetleri tam bir “vurdumduymazlık” içindeydi…
O dönemde; birtakım kişilere “eski eser koleksiyoncusu” belgesi veriliyordu…
Bu belge ile turistlere “antika” satabiliyorlardı…
Tuncer, bunun yanlış olduğunu, istismara açık olduğunu, bu kişilere açıkça eski eser kaçırma olanağı tanındığını savunuyor, bir “hafiye” gibi, bu alandaki tüm yolsuzlukları “resmi” makamlara duyurmaya çalışıyordu…
Ancak, UBP’nin ta içindeki bu imtiyazlı kişilere, kimse dokunamıyordu…
Bir UBP’li belediye başkanı vardı ki, evlere şenlik…
Yine bir eski TMT’ci vardı ki, o da bu işin “fıcırını” çıkarmıştı…
Her taşın altından, bazı UBP’li politikacılar ve bürokratlar çıkıyordu…
“Devlet” bir insanlık değeri olan “kültürel miras” nedir, bilmiyordu.
Ülkeyi yönettiğini sananlar, bu “ganimet” düzeninden nemalanıyordu…
“Antika” ticareti yapan siyasetçiler ve onların adamları vardı…
Savaş sonrasında, kiliselerden toplanan paha biçilmez ikonlar “Girne Kalesi”nde saklanıyordu. Ancak ne sağlıklı bir kayıt tutuluyordu, ne de bir envanter vardı…
Bir süre sonra ikonların bir bölümünün “çalındığı” ortaya çıktı…
Yaşanan bu “yerli” skandallar yetmezmiş gibi, bu topraklara, dünyanın çeşitli ülkelerinden “fırsatçı” bir yığın “Mafya” nitelikli karanlık insanlar doluşmuştu…
Bellazi diye birileri, Mansini diye birileri fink atıyordu buralarda…
İşte tam da bu ortamda, bir gazete çıkarmayı aklıma takmıştım…
Tuncer Bağışkan bu gazetenin neredeyse “istihbarat şefi” gibiydi…
Benim, en güçlü, en güvenilir “gizli” haber kaynağımdı…
Ortam gazetesi olarak birçok suistimalin, hırsızlığın, talanın üzerine yürüdük…
Hırsızları, soysuzları deşifre ettik…
En büyük “soygun”lardan biri Karpaz’da, Litrangomi (Boltaşlı) köyünde yaşanmıştı…
Oraya gittiğimizde kilisenin durumu yürekler acısıydı…
Kilisedeki 6. Yüzyıl’a ait “Panagia Kanakarya” mozaiklerinde, İsa’yı annesi Meryem’in kucağında “ergenlik!” çağında resmeden dünya literatürüne girmiş mozaik, sökülüp götürülmüştü…
Akdoğan yakınlarındaki St. Evphemianos Kilisesi’nin freskleri,
Baf Kapısı’nda, Ermeni Kilisesi’ndeki Freskler…
Esentepe köyü yakınındaki Antifonidis Kilisesi; soyulanlar arasındaydı…
Büyük bir “kültürel talan” söz konusuydu…
Rum tarafı; tüm dünya platformlarında Türkiye’yi suçluyor, Kıbrıs’ın “dinsel, sanatsal ve kültürel varlığını” yok etmekle suçluyordu…
Ansızın sahneye, Aydın Dikmen adında Konyalı bir “eski eser kaçakçısı” çıktı…
Amerika’da ve Almanya’da satmaya çalıştığı ikon, mozaik ve fresklerin Kıbrıs’tan çalındığı saptandı…
Dikmen’e ait Münih’teki bir apartman katında; Kıbrıs’taki 51 farklı kilise ve manastırdan kaçırılmış olan 422 farklı değerli eşya (mozaik, tablo, ikon ve el yazmaları) bulundu.
Mahkemede “Adaya TC hükümetince arkeolog olarak gönderildiğini, mozaikleri Türk ordusunun yıktığı Kanakarya Kilisesi’nin molozları arasında bulduğunu” iddia etti…
Üstüne üstlük, bizim başbakandan, yurt dışına “eski eser” ihraç edebilir diye bir de sahte izin yazısı sunmuş mahkemeye…
Tabii; bu korkunç skandalı burada kimse sorgulamadı…
Aydın Dikmen’in yerli işbirlikçileri mahkemeye çıkarılmadı, yargılanmadı…
Baf Kapısı’ndaki Ermeni Kilisesi’ni soyanın kim olduğu bilinmesine karşın, ceza almadı…
Girne Kalesi hırsızlığı dosyası da zaman içinde unutuldu, gitti…
Yapanların yanına “kâr” kaldı…
Ancak, ABD ve Almanya’daki mahkemeler “gonnara yemedi…”
“Kıbrıs Cumhuriyeti” dünya çapında eski eser kaçakçılarına karşı “taarruza” geçti…
200’ü aşkın hırsızlık eser “Kıbrıs Cumhuriyeti”ne iade edildi.
Nisan 20’de Almanya’da ölen Aydın Dikmen ve yerli işbirlikçileri bu işlerden milyonlarca dolar kazandı…
Ancak hem Türkiye, hem de Kıbrıslı Türkler; uygarlığa, dine, kültüre saldıran, yok eden talancılar olarak yıllarca suçlandılar…
Alınlarına bir “damga” vuruldu ki, nasıl ve ne zaman silinir bilinmez…
Tuncer Bağışkan gibi, yurdunu seven, insanlık mirası için kavga veren, bu uğurda bedeller ödeyen bir “kültür savaşçısı” bu topraklarda bir daha yetişir mi bilemem…
Tuncer; kaçakçılarla boğuştuğu için, yukarıları çok rahatsızlık etmişti… Kızağa çekildiği, pasifize edildiği zamanlar yaşadı…
Kaçakçılardan tehditler aldı… Arabası kundaklandı, maddi zarara uğratıldı…
Siyasetçilerin verdiği “ceza”lardan hiç korkmadı…
Bu yüzdendir ki, onu yalnızca halk bilimine, ülkesinin arkeolojik geçmişinin kayda alınmasına katkı yapan biri olarak tarif edemeyiz…
Tuncer; bu ülkenin kültürel mirasının korunmasına, adeta yaşamını adamış biridir…
Bu “yönü” ile gerçek bir yurtsever, gerçek bir Kıbrıslıdır…
Ülkesi için yaptıkları önünde saygıyla eğiliyorum…