Türkiye’ye “Tik” lazım…

Abone Ol

Türkiye seçim sistemine bakıldığı zaman seçmenlerin milletvekillerini belirleme yetkisine sahip olmadığını görüyoruz. Milletvekilli adaylarının belirlendiği listeler parti merkezinde belirlenip, birkaç kişinin iradesini yansıtıyor. Millet ise sandığa giderek bu iradeyi onaylıyor ya da onaylamıyor. Belki dillerden düşmeyen istikrar kelimesini destekler mahiyette bir yöntem olabilir. Fakat istikrarın ekmek gibi su gibi temel bir ihtiyaç şeklinde sunulmasına karşıyım. Elbette istikrarın önemini yadsımıyorum. Fakat demokrasiden, düşüncenin temsilinden daha önemli değildir.

Mevcut seçim sisteminde Türkiye’nin otoriter bir yönetime doğru kayması beklenen bir gelişme olmalıdır. Bunu Adalet ve Kalkınma Partisi özelinde bir eleştiri olarak yapmıyorum. Kim gelirse gelsin aynı yolu yürüyecektir. Parti lideri ile halk arasında kurulacak köprünün, parti lideri tarafından belirlenmesi beraberinde birkaç farklı sonuç doğruyor.

Bunların en başında halkın iradesi değil liderin iradesi öncelik kazanıyor. Çünkü halk doğrudan seçme şansına sahip olmadığı için yani tercih yapma hakkı olmadığından meclis aritmetiği halkın iradesini nitelikli bir biçimde yansıtıyor diyemeyiz. Bir milletvekilinin bir sonraki dönemde mecliste olup olmayacağına halk değil de parti başkanı karar veriyorsa bunun aksini savunmak da imkansız hale geliyor.

Öte yandan bu parti içinde de bir takım hadiselere yol açıyor. En başında akıl tutulmasını beraberinde getiriyor. Parti başkanının yanında durmak, çatlak ses olmamak, fikirsel zenginliği öldürüyor ya da ülke yönetiminde farklı kademelerde söz sahibi olabilmek için rüştünü ispat etme zorunluluğu doğuruyor. Bu şartlar altında sağlıklı gelişen demokrasiden bahsetmek mümkün mü?

Kutsal bir konumu olan meclis iradesinin muhafaza edilmesi gerektiğini savunanların olaya bu açıdan yaklaşması gerektiğini düşünüyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisi sadece halk tarafından onaylanan bir veya birkaç kişinin iradesini değil milletin iradesini yansıtmak zorundadır.

Daha basit yaklaşacak olursak, seçilmişler kendilerini seçenlere karşı sorumludur. Peki burada seçen kimdir? Seçen milletin kendisi değildir. Bu sistemde millet listeye onay verendir. Oysa bu listede kimlerin olduğu çoğu zaman bilinmemektedir. Bu denklemde Türkiye’nin lider odaklı gelişen siyasal atmosferinin değişmesi olasılıklar içinde yer alabilir mi? Düşük de olsa ihtimal dahilinde olduğunu söylemeliyim. Fakat çok büyük bir beklenti içinde de değilim.