Bir zamanlar okullarda öğrendiklerimizle bizzat kendi yaşamlarımızda deneyimlediklerimiz daha çok benzeşiyordu. Çevremizde olan bitenle kitaplarda yazılanlar örtüştüğünden bilgi yaşamımıza hizmet ediyordu. Bu durumda öğrenme anlamlı oluyordu. Kafamızın içinde öğrenilen bilgi ile yaşamımız çatışma yaratmadığından davranışlarımız, düşünme şeklimiz, sorgulayışımız sanki daha doğal, daha bir gerçekti. Aslında bizler de daha bir gerçektik...
Hiç unutmam ilkokul ikide hayat bilgisi dersinde karşıdan karşıya nasıl geçeceğimizi öğreniyorduk. O zamanlar trafik ışıklı yaya geçidi yoktu. Sadece kalın şeritleri beyaza boyalı yaya geçitleri vardı. Yaya geçidi olsun olmasın mutlaka yolu karşıdan karşıya geçeceğimizde önce sağa sonra sola sonra tekrar sağa bakıp geçerdik. Uygulamalı göstermişti bize öğretmenimiz. Bir de polis varsa bize yardımcı olur ve güvenle karşıdan karşıya geçerdik.
Şimdilerde okullarda öğrenilenlerle yaşam örtüşmediği gibi düşüncelerimiz davranışlarımız da kirli diplomasi gibi. Değil ki önce sağ sonra sol sonra tekrar sağa bakıp da geçeceğiz; trafik ışıklı ve yayaya yeşil yanan ve aynı zamanda beyaz şeridi olan yaya geçitlerinde yayaları ezip geçen araç sürücüleri var. İş bu kadarla kalsa iyi. Bir de yaya suçlu oluyor. ‘Araç hızlıydı duramadı yeşil yandığı zaman yaya yine de bakmalıydı araç durdu mu? diye diyen kamu görevlilerimiz var. Hatta aslında kırmızı yanıyordu yaya fark etmedi diyenlerde var. Diyorlar tabi ki de ve diyecekler de. Çünkü biz artık yozlaştık. Zihinlerimizin bize oynadığı gerçek dışı algıları ilke edinen ve gerçeğe manevracı bir kabiliyetle yaklaşan ağır abilerimiz, ablalarımız var. Bir de bunlara yol veren insanlarımız ...
Yurt dışında eğitim görmüş babası Kıbrıslı Türk ve annesi yabancı olan birdanışanım var. Yaya geçidinde ezildiği için travma yaşayan ve üstüne bir de neredeyse suçlu bulunan aklı başında, kültürlü, genç bir iş kadınımız. Eğer ezildiği bölgede ailesinin iş çevresinden tanıdıkları olmasaydı kamera kayıtlarına ulaşılamasaydı herhalde kendisi de inanacaktı kırmızı yanarken karşıdan karşıya geçti diye. Oysa ayan beyan belliydi yeşilde geçiyorken ezildiği. Vücudunda ciddi hasarlar olduysa da iyileşiyor danışanım da güveni kalmadı yola çıkmaya, arabaya girmeye, araç kullanmaya. Birçok bedensel iyileşme sağlandıysa da ruhsal iyileşme daha ağır ilerliyor. Neden acaba?
Bizim aslında kafa karışıklığımızın en önemli göstergelerinden biri de trafiğimizdir. Yaşam biçimimiz, yaşam kalitemiz sanki sokaklara taşmış gibidir. Bir kere hep acelemiz vardır araç sürücüleri olarak. Sonra birinin bizi geçmesine tahammül gösteremeyenlerimiz vardır. Yolda seyir halindeyken önündeki aracı geçmeye çalışan doğal olarak biraz hızlanır ve geçilen de gururuna yediremezmişcesine buna paralel hızlanır. Hatta bazan arkadan iki aracı birden geçmeye çalışan bir başka çılgın sürücü gelir ve bir anda siz de riske girersiniz hiç bir hatanız olmadan ve bu üçlü ile bağlantılı olmadan. Bazan iki kişi iki inatçı geçi gibi karşılıklı inatlaşır. Tek bir farkla ki karşılıklı değil de yana yana yolda seyir gösterirler olanca hızlarıyla. Sonra biri şampiyon olur. Bazan bir yaya uygun bir boşluk bulup yolu geçmeye çalışır. Yolu geçirmemeye çalışıp aracıyla hızlanan araç sürücüleri de çoğaldığından yaya neye uğradığını şaşırır. Gerçi yayadan yayaya da değişir oldu. Yolda kontrolsüz yürüyen ve asla sağına soluna bakmayan yayalarımız da azımsanamaz. Sanki yollar bomboş ve sadece onlar varmışlar gibi. Canı sıkılan, öfkesinden kuduran, alkol alan aracına atladığı gibi gaza basar ve hıncını alırmışcasına trafiğe akar. E bazan ehliyetler ciddi görme bozukluğu olanlara da verilir sistemin yetersizliğinden. Canı çeken ana yola parkeder mesela sanki çok doğalmışcasına. Arzu eden ana yolda giderken durur ve yoldaki bir başkasıyla kısa bir muhabbet kurar. Bu bazan bir yaya ve bazan da bir başka araç olur. Trafik bir ara durur. Çok doğal ve normal. Bazı taxi sürücülerimizin özgürlük alanları çok geniş mesela. Sanki trafikte neredeyse ambulanslardan daha öncelikleri var. Ne durdan anlarlar ne de bekleden. Çift şeritli yollarda hep kaynak yapanlarımız var. Herkesin çok acelesi vardır çünkü. Bu nedenle 4 şerit olarak ilerleyebiliriz. Çok doğal...Trafik ışıkları ne kadar gerekli bize diye sorarım kendime bazan. Sarı ışık bizde olmamalı aslında çünkü anlamı yok. Bizde hep yeşil olarak algılanır. Hatta kırmızının ilk 3 saniyesi de hala yeşildir algılarda. Yani dur gibi, bekle gibi bir algı yoktur bizim memlekette. Hepsi ‘geç anlamındadır. Bizim insanımız duramaz yıldırım gibi çarpar vallahi hatta yaşamın her alanında. Son trendimiz ise bir elde telefon ve diğerinde direksiyondur. Konuşmayı artık daha doğal kabul ettik de bazı üstün yetenekli insanımız mesajlarını yazıp, facebookunu da takip eder oldu direksiyon başında. Bizim insanımız duramaz, bekleyemez vesselam. Bizim insanımız hepsi ayrı ayrı ne isterse yapabilir. Bizim insanımız kişisel yasa oluşturur kendine. Yasa uygulayıcılar da zaten bu kişilerden olduklarından bir grup insan acı yaşarken diğeri gülebilir. Ne tuhaf... ucuzlayan insan yaşamı ucuz insanların ellerinde... ve daha acısı kendimize toplum diyen kendini gizleyen sanalı gerçek yapan sahtekarlar güruhu gibiyiz.
Ve bize bir zamanlar saygı da öğretilmişti. Hem kendimize hem başkalarına. Saygı sınırları da belirler bir yerde. Saygıda kendimiz kadar başkasının da yaşamsal ve de daha birçok konuda başka hakları vardır. Hepimizin kendi içimizdeki saygıyı ve gerçekliği yakalaması ve üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirmemiz umuduyla...
Sevgiyle kalın...