Söyleșimizden önce, özgeçmișini okumanızı dilerim.
Prof. MUSTAFA CAMGÖZ
1952 yılında Kıbrıs’ta doğdu. İlköğrenimini (1958-1964) Atatürk İlkokulu’nda, orta/lise öğrenimini (1964-1970) Türk Maarif Koleji’nde yaptı. British Council’in bursunu kazanarak, üniversite giriş sınavlarını tamamlamak amacıyla İngiltere’deki Sevenoaks School’a gitti. 1974 yılında Imperial College London, Fizik Bölümü’nden mezun oldu. Yine aynı üniversitede 1978 yılında doktorasını Biyofizik alanında tamamladı. Aynı yılda, Imperial’da, ögretim üyesi, daha sonra 1995 yılında Nurobiyoloji Profesörü ve 2005 yılında da Kanser Biyolojisi Profesörü olarak atandı. Çoğu akademik pozisyonlarda bulunan 30’dan fazla doktora öğrencisi yetiştirdi. İnsan vücudunun elektriksel aktivitesi her zaman ilgisini çektiğinden, doktora çalışmalarında, gözün retinasındaki bireysel hücrelerden kaynaklanan elektofizyolojik sinyalleri inceledi.
Sonra, bu alışılmadık sinirbilimleri geçmişini kullanarak kanserde erken teşhis ve toksik olmayan tedaviyi amaçlayan yeni bir alan açıp, teknikler ve yeni bir vizyon geliştirdi. 2020 yılında aktif akademik hayattan ayrılıp kendi buluşlarından oluşan yeni nesil kanser ilaçları geliştirmek için Imperial bağlantılı bir biyoteknoloji şirketi kurdu.
Aynı zamanda çeşitli bilimsel dergilerdeki editörlük görevlerini devam ettirmektedir.
Prof . Camgöz’ün aldığı ödüller: Birleşik Krallık’taki En Etkili Türk (2019); En İyi Türk Akademisyeni (2013, 2011); Kuzey Kıbrıs Tabibler Birliği, Fahri Üyeliği (2009); Huxley Memorial Madalyası (1995); Yabancı Uzmanlar Japon Hükümeti Araştırma Ödülü (1991); Uluslararası Körlüğü Önleme Araştırma Bursu (1980); Londra Şehri Özgürlük Ödülü (1978).
Prof. Camgöz’ün yayımlanmış 4 kitabı, 26 kitap bölümleri ve uluslararası hakemli dergilerde basılmış 200’den fazla arşivlenmiş makalesi vardır. Son kitabi “Kanseri Yen” İngilizce’den çevrildi.
Medical Research Council UK (MRC), The Wellcome Trust (WT) gibi önde gelen kurumlarda, danışmanlık yapan Prof Camgöz’ün araştırmaları Medical Research Council, Cancer Research UK, The Wellcome Trust, Breast Cancer Now, Association for International Cancer Research, Prostate UK ve Pro Cancer Research Fund tarafından desteklenmiştir.
Bilimin sosyal anlaşılmasına verdiği önem ile 2002’de KKTC’de çeşitli alanlarda araştırma yapan Kanser Araştırma Vakfı’nı kurdu.
Hocam, istisnai bir değersiniz. İlham veren kariyer yolculuğunuzu merak ediyorum. Zamanda bir yolculuk yapalım mı?
Hayat, uğraş gerektiren bir serüven.. Bizim kuşağın, yaşam yolculuğu, Kıbrıs’ta, bugün ile mukayese edilemeyecek ölçüde zorluklarla başladı. 68-69 yıllarında, kümes gibi kafes gibi yerlerde yaşıyorduk. Dünyadan haberimiz yoktu. Kunduracı olan babam, o zamanlar adını bile duymadığımız kanserden ölmüştü. Dükkanında kalan malzemeler satılıp, hayattaki en önemli rol modelim abim, Almanya’ya eğitime gönderilmişti. Hayatımı şekillendiren süreç ise fen öğretmenimizin oğlu Besim Abdullah ile radyo vericisi yapmamızla başladı.
Hiç bir korunma olmadan, elektrikle çalıșıyorduk, bizi durmadan elektrik çarpıyor, tepiniyorduk. Kıbrıs’ta “elektrik çarpmasına “elektrik tepti” denir.
İyi ki beni elektrik tepti. “Elektrik çarpınca vücut niye böyle tepki veriyor?”merakımın, bugüne kadar yaptığım çalışmaların ilk adımı olduğunu sonradan anladım.
Adeta film izler gibi dinledim sizi. Çocukluk merakının şekillendirdiği bir kariyer yolculuğu.. Ben de, “onca yokluk içerisinde, bu yolculuk nasıl devam edecek?” diye merak ediyorum.
1964 yılında, sonradan adı “Türk Maarif Koleji” olan İngiliz Kolejinde okuyordum. Öğretmenlerimiz ve biz, oturacağımız sandalyelerimizi evlerimizden getiriyorduk. Bu koşullara rağmen çok iyi eğitim aldık. Aramızdan, çok sayıda, doktor, profesör, yüksek mühendis, bilim insanı yetişti.
Benim eğitimimi İngiltere’de sürdürebilmem için imkanlarımız “yok” denecek kadar azdı. Bu imkan, British Council’in tek kişiye vereceği bursu kazanmamla doğdu.
Hayatınızın dönüm noktası başlıyor sanırım. Sizin tabirinizle, adeta “kafeste yaşarken”, bambaşka bir Dünyaya geçiş yapıyorsunuz. İlk başlardaki duygularınız ve ortamınızı anlatabilir misiniz?
Sevenoakd Okul Yurdunda kalıyordum. Yıl 1970.. Ne internet, ne telefon, ne aileden haber, hiçbir şey yoktu. Mektup yazıyordum ve 2-3 hafta sonra cevap alıyordum.
Başlangıçta, çok mutsuz ve yalnızdım. İngiliz çocukları, kendi alemlerindeydi. İki değil, bir yılda eğitimimi bitirip, Kıbrıs’a dönmek için, gece gündüz, gündüz çalıştım ve bursun ikinci yılını kullanmadım. Yurt Müdürümüz, Güney Afrikalı Jonty Driver'dı.
Yaşamımda çok önemli yeri vardır. Bu kadar çalışmam ve bir yılda bursu bitirmem, dikkatini çekmişti. Benimle yakından ilgileniyor ve destekliyordu. Hayatta rol modeller çok önemli.. Benden 6 yaş büyük abim, Almanya'da, elektrik mühendisi olmuştu ve Siemens’de çalışıyordu. Ben de elektrik mühendisi olmak istemiş, Imperial College’den kabul almıştım. Kabul almıştım da, nasıl gideceğim? Para yok! Çoğu zaman “yeter, artık çok çalışıyorsun” diyen Jonty Driver hocam, öğrencilerin aileleri arasında başlattığı kampanya ile bana üç yıl boyunca destek olacak bursu ve eğitimime devam etmemi sağladı. Mucizevi bir dokunuştu. Bu burs sayesinde, Imperial College’deydim ve hayatta aldığım en iyi 2 karardan, karardan biri olan, elektronik mühendisliğinden, fizik mühendisliğine geçiş kararımı aldım.
Hayattaki en iyi kararım ise eşim Sabire’dir. Ben 16 yaşımdayken, Sabire, Londra’dan Kıbrıs’a dönmüş ve bizim okula başlamıştı. Onu ilk gördüğümde, yine elektrik çarpmış gibi oldum. Bu yıl 50. yılımızı kutlayacağız.
Bin maşallah. Elektrik, hayatınızda hep baş rolde olmuş, dediğiniz gibi sizi “iyi ki elektrik tepmiş.” Bundan sonrasında, hayatınız nasıl şekillendi?
Tüm olumsuzluklara rağmen, yabancılara kıyasla ‘sıcak kanımız ve samimiyetimiz’ en önemli avantajımız. İngilizlere de öğrettim, ‘tatlı ye, tatlı konuş, bir kahvenin 40 yıl hatırı var’. Bu dönemde hayatım değişmişti. Ve bana, kainatın , evrenin nasıl çalıştığını öğreten fizik mühendisliğinden en yüksek puanla mezun oldum. Öğretmen olmak için pedagoji eğitimi almak için Oxford Cambridge’den kabul almama rağmen “DOYMADIM EĞİTİME” diyerek, biyolojik evren olan beyni öğrenmek istedim.
Bio Fizik doktorasını tamamladıktan sonra, Sinir Bilimleri alanında da doktoramı tamamladım. Fizik, “kainatı, evreni,” sinir bilimleri biyolojik evren “beyni” öğretti. 1990’lı yıllarda patolojik evren “KANSER” i merak etmeye başladım.
İki temel soru ile soru sordum.
1. Kanser hücrelerinde elektrik var mı?
2. “Agresive” dediğimiz dağılan kanser hücreleriyle, iyi huylu kanser hücreleri arasında elektrik sinyalleri açısından fark var mı?
Bu sorular, hayli muhafazakar olan Tıp Dünyasında daha önce hiç sorulmamıştı.
Bu soruların cevabını ararken, “yaşayan canlılardaki elektrik sinyallerini hafiyesi’ oldum. Kanserin, bu yönden hiç ele alınmadığını gördüm. Aslında , vücudun her hücresinin bir elektriksel özelliği var. Çekirdeği olmayan bir tek kırmızı kan hücrelerimizdir. Onların gen yapısı yoktur ama elektriksel mekanizmaları var. Araştırmalarımız sonucunda, kanser hücrelerinin dağılmak için elektrikle bir duyarlılığa geçtiğini gördük. Bu yüzden, kanser dağılmaya başlıyordu. Bunu başka şekilde epilepside de görüyoruz. Sinir bilimlerinden geldiğim için bunu biliyordum. Bu bilgiler, bu adımlar, her adımda bana güven vererek, konunun dibine inememe olanak sağladı.
Bilim dünyasında çok sevdiğim bir yazar Bill Bryson, “her şeyin kısa hikayesi’ kitabında, buluşların üç safhadan geçtiğini yazar.,Birincisi ‘reddedilmek’, buluş var ama önemi ikincisi ‘önemi yok’, üçüncüsü ise ‘önemliymiş ama başkası yapmıştı’.. İlk ikisini kanıtlarla çözümlerken, üçüncüsü benim için geçerli değildi. Çünkü, çarkı ben döndürmeye başlamıştım. . Çok çalışıyordum ama proje para desteği alamıyordum.. Sonunda İngiltere’nin Devlet bazında projeleri destekleyen kuruluşundan bir proje aldım. Bana; “Mustafa, seninle ne yapacağımızı bilemedik!” yani, ‘ne buluşlarını kabul edebildik ne de reddedebildik, çok fazla delil sunuyorsun” dediler ve bu projeyi ‘buluşlarımı kanserin ana mekanizmalarına bağladığım için aldığımı’ söylediler. Buluşlarımı hormonlara bağlamış ve kanserin nasıl yayıldığını, hormonlarla olan ilişkisini kanıtlamıştım.
Profesör olduğum gün, yıllardır tıp öğrencilerine verdiğim dersi bitirmek istediğimi söyledim. Ben entegre ve tamamlayıcı tıpa inanıyorum ama doktorlar çoğu sadece reçete, yazıp geçiyor. Beslenme çok önemli ama geçiştiriliyor... Bu nedenle ders vermek istemiştim.
Kanserin nasıl oluştuğunu, nasıl yayıldığını ve ölümlerin ana sebebini bulduk. Yayılmayan kötü hücre tehlikeli değil, yayılırsa kötü. Bunu inceledik.
Bu konulara çok hakim, bir çok doktora öğrencim ile çalışıyorum. 200’den fazla makalem var...
Bu çalışmalarımla 2. Profesörlüğümü aldım, kanser biyolojisi alanında.
Sonrasında, tüm dünya beni takibe aldı. Aldığım iki profesörlük, çok örtüşmüştü. Bana, artık, Kanser Sinir Bilimi Profesörü” diyorlardı.
Kanser hapıyla çığır açtınız. Biraz bunun üzerinde konuşalım mı?
Bilim dünyasında en iyi bilim basit bilimdir. CELEX çok basit bir hipotezdir. Biz proteinleri nasıl bloklayacağımızı düşündük. Çeşitli yolları vardı. Biri embriyotik protein; tüm insan vücudunu mevcut 22 bin genimiz idare ediyor. Bu 22 bin gen ile hayatımız devam ediyor. Bir geni tespih tanesi gibi düşünün... Tespihde giderek olgunlaşıyor, kanserde ise gende geri geri gidiş başlıyor. Doku normalliğini kaybediyor, bunu da sanki beyin biliyor. “Gen dizilimini orjinal formatına göre yeniden tamir edelim” diyor..
Bir antikor, yani sihirli mermi hedefledik. Tüm dünya, kanser hücrelerindeki tuz seviyenin fazla olduğunu biliyor, bunu tuzun getirdiğini bulduk ama proteinin bu kadar tuz getirme potansiyeli yok, çok az tuz getiriyor. Ardından gelen soru, peki nedeni ne olabilir?
Bunu buluşların dalgası gibi düşünün.
Bu protein, oksijen darlığında uzun süre açık kaldığı için devamlı hücrelere sodyum giriyor. Dağılan tümörlerin, oksijen darlığına maruz kaldığı biliniyor.
Tümör büyüdükçe kan ve oksijen gelemiyor, Hipoksi oluşuyor. Açık hücre kanalından, sodyum, tuz giriyor. Kanser hücreleri bunu bir kaynak olarak kullanıyor. Tuzu alıp dışa hidrojen veriyor. Bu benim buluşum değil.
Asitleşme başlıyor, hücrelerin dağılması için yol açıyor. Asitli yemek, kanser hastaları için kötü, tuz da bizim için çok kötü.
Biz, proteinin açık kalmasını önlemek için uğraşıyoruz. Proteinin normal çalışmasını hedefliyoruz. Ritim bozukluğunda, kan doğru akmıyor ve kan etkili akmadığı için oksijen seviyesi düşüyor. Kardiyolojide ritim bozukluğunda kullanılan hap, bizim buluşumuza ilham verdi.
Kardiyolojide yıllarıdır kullanılan ilacın, kanser hücrelerinde veya tümörlerde de kullanılması bir buluş ve siz bu buluşun sahibisiniz. Kanser hapı diye ifade ettiğimiz bölümde yapılan çalışmalar ve alınan sonuçlar nedir? Kaç hastada denendi, nasıl sonuç alındı?
Mekanistik olarak bunu ben bağladığım için Patenti var, bu bir buluş… “Seninle ne yapacağımızı bilemedik” diyenlerden buraya geldik.
Başka alanlarda da buluşumuz, kullanılıyor, tezinizi güçlendirecek örneklemeler yapılıyor…
Bu bir hap, günde 2 tane alınıyor, dozu belli. Bu Real World Evidence, bu yayınlandı, dünya kabul etti, bu bilgi vardı ve toparlandı. Şimdi kliniksel deneme başlıyor. Belli yaşta, cinsiyette veya hastalığı olanlarda, örgütlü hastalarda kliniksel denemeler yapılmaya başladı. İlaç çalışıyor, kullanıldı, denendi.
Bu ilacı, hastalar, kemoterapi alsa bile veya farklı şartlara sahip olsa bile yine de kullanabilir. Hasta kriteri nedir?
Tıp Dünyası hassas çalışır, affetmez. Yıllardır bu çalışmaları yaparken, yıllarca sağlam delille, doğru olarak çalıştım. Bunun için de bu iş 1 gün yerine on gün alacaksa on gün harcadık. İnsanlık adına çok değerli bir hizmet yaptık.
Son yıllarda her şeye rağmen kanser bir gerçeklik olarak karşımızda. Bundan korunmak için ne yapalım? Kanserli hastalar neler yapmalı?
Kanserin genetik faktörü, yüzde 10-15. Düşük bir oran. Esas sebebi dıştan geliyor. Hava, su toprak, sigara, bazı besinler, asitli besinler… Kırmızı et çok asitli bir besin… Bu nedenle, protein dengesini tutmak çok önemli. Kahve çok sevdiğim bir içecek ama asit özelliği var. Bunun yanında anti oksidant, fazla vitaminler var, teraziye koyunca antioksidan tarafı daha ağır basıyor ve kahvenin faydalı olduğu görülüyor. Kırmızı ette de iyi haber, kötü habere bakılmalı.
Obozite, sigara etkisiyle benzer ölçüde zararlı. Egzersiz, kanı çalıştırma, çok önemli. Organik beslenme, sebze meyve tüketme… Bunlar önleyici unsurlar. Stres de çok önemli. Tıp dünyası yıllarca stresi kabul etmedi ama tümörlerin sinir bağlantısı, kanser ile beyinin bir ilişki içinde olduğu görüldü.
Az stres bizi aktif ve duyarlı tutar ama çok stres kötüdür.
Hipokratın binlerce yıl önce söylediği ne yersin osun sözüne "ne düşünürsen osun" eklendi.
Kanser beyni ve savunma sistemini bile kandıran çok kurnaz bir hastalık.
Benim dört kuralım var: Birincisi önlemek, korumak, kanserdeki dünya oranı iki kişiden biri kanser. Ama artık ölüm sebebi değil.
İkinci kuralım her şeye rağmen kanser olursak erken tanı çok önemli. Erken tanı hayat kurtarır.
Üçüncüsü uzmanına danışmak. Bir onkolog her kansere bakamaz. Her hasta birden fazla uzamandan fikir almalı. Dördüncüsü psikolojik destek, her şekilde teşhis sonrası bu destek şart. Hem hastanın hem de çevresindekilerin bu desteği almalı. Kanser terazisi düşünün, bir tarafta sağlık ve kanser, bir tarafta ne kadar olumlu şey koyarsan o kadar bastırırsın. Tüm mesele bu teraziyi güzel tutmak. Büyük sır bu. Ben bunu benimsedim. Her gün kendinize sorun bugün terazinize ne koydunuz. Daha fazla bilgi “Kanseri Yen” kitabımda da var. Deniz Plaza’larda satılıyor. Ana konseptler o kitapta var.