İki yıl önce seçim yasakları sürdüğü sırada Geçitköy Barajı'nın açılış törenini BRT'den canlı olarak yayınlayan ve seçim yasağını çiğnediği gerekçesiyle iki ay hapis cezasına çarptırılan Meryem Özkurt, o günlere dair yaşadıklarını tüm içtenliğiyle anlattı.
Özkurt, "O günlere geri dönsem, yine aynı şeyi yapardım" ifadelerini kullandı.
Meryem Özkurt cezaevi günleriyle ilgili olarak ise "İlk günlerde, nefes almakta zorluk çekip, boğulacakmış gibi oluyordum. Çok kitap okudum. Nerede olduğumu unutmak için, kitapların içine girdim. Bir mop lengeri ve mop ile her gün yerleri sildim, temizlik yaptım" diye konuştu.
BRTK Müdürü Meryem Özkurt ile gerçekleştirdiğimiz röportaj şöyle:
Önce çok teşekkür ederim Meryem. Sen benim dikkatimi, 2018 yılında, BRT Müdürlüğü görevinden alınman gündemdeyken, yazdığın istifa dilekçesiyle çektin. Sonra, gurur duyduğum bir arkadaşım oldun. Yıllarca Türkiye’de ana akım medyada çalıştıktan sonra, ülkene dönüşün nasıl oldu?
Senin de belirttiğin gibi; uzun yıllar Türkiye’de özel kanallarda ve en son TRT’de sorumluluk gerektiren görevler yaptım. Ülkemden, Kıbrıs için çok önemli bir kurum olan BRT için teklif gelince, fazla düşünmeden kabul ettim. Çünkü, bir yandan da, o dönem özel hayatımın en zor zamanlarını yaşıyordum. Eşimi kaybetmiştim, oğlum eğitim için İngiltere’ye gitmişti. Türkiye’de, TRT’den emekli olarak, BRT’de göreve başlamak üzere, 16 Haziran 2016 tarihinde ülkeme döndüm.
Malum bu röportaj serisinin adı “Sahici Sohbetler. Bugün ben aslında, seninle 2 yıl önce seçim yasakları nedeniyle tutuklandığın dönemi konuşmak istiyorum. Bu konuyu açmam seni rahatsız eder mi?
Hayır, etmez. Çünkü, o günlere geri dönsem, yine aynı şeyi yapardım. Benim çalışma anlayışıma göre iş yarım bırakılmaz. Hatta, şöyle diyebilirim, “bir cerrah kalp ameliyatına giriyor. Hastanın kalbi açıldığında, doktora “bu ameliyatı yapamazsın” diye bir telefon geliyor. Hiç bir doktor o ameliyatı yarım bırakmaz.
O günleri tam olarak hatırlayalım mı? Süreç nasıl gelişti ve sana yansıması nasıl oldu?
Esas konu; bugün olduğu gibi susuzluktu. Kıbrıs’ta, bu sıcaklarda, hepimizin ortak konusu su ve elektrik O günlerde, Türkiye’den gelen suyun, denizin içindeki bölümünde ve barajda büyük bir arıza olmuştu. Yine bir arıza var ve haberci olarak yakından ilgileniyorum. Şükürler olsun ki, bu arıza, o günlerdeki gibi büyük değil. İki yıl öncesine geri dönersem, sürecin başlangıcında, TC İletişim Başkanlığının frekansından, suyun yeniden geliş törenini, canlı yayında veriyorduk. Ben önemli yayınlarda, bir anlamda mesleki hastalık olarak, işimin başında dururum. Çünkü, yayıncılık, benim ömrümü, hayatımı ifade ediyor. O gün de rejideydim. Canlı yayın esnasında, yayının kesilmesi için Yüksek Seçim Kurulu’ndan bir mail gelmiş. Rejide olduğum için o an göremedim. Her ne kadar BRT’de, 24 saat esaslı çalışılsa da, resmi mesainin dışında bir saatti. Sonra Yayın Yüksek Kurulu’nun o dönemki başkanı telefon ile aradı ve yayını kesmemi istedi. Ben de “kesmeyeceğimi” söyledim. Sonra tekrar aradı “siz kesmediğiniz için, özel kanallar da kesemiyor” dedi.
Bir kanal hariç tüm özel kanallar canlı yayındaydı. Daha öncede belirttiğim gibi yayını biz değil TC İletişim Başkanlığı yapıyordu. Dönemin başkanına "kanalların İletişim Başkanlığı Frekansından canlı yayın yaptıklarını, ki kaldı ki, bir ses masasından sesi kapatarak, resim masasından bir düğmeye basarak, yayını kesebileceklerini” söyledim. Her kanal özgür, hiç biri kesmedi ama bizim eskimiş ve yenilenmemiş yasalarımızdan dolayı, orada kamu yayıncılığına bir gönderme yapıldı. Dokunulmazlıkları olsa da, bu süreç ile ilgili siyasilerin gündeme geldiğini duymadım.
Sonra, mahkeme süreci başladı. Üçüncü mahkemenin görüldüğü gün, avukatım Salih Doratlı’ya birileri, “fazla uzatmayalım, yayını kesmediğini söyleyin, bu işi bitirelim” diye telkinde bulunmuş. O gün de çok yoğun bir gündü, “tamam” dedim. Sıraya göre zanlı bölümünde durduk. Haber amirim ile birlikte yargılanıyorduk. Sorumluluk benimdi, “direktifim üstüne” haber amirimin yayına devam ettiğini söyleyince, serbest bırakıldı. O kadar emindim ki serbest bırakılacağıma, mahkemeden çıkarken, seslendim “ Cem, beni bekle, kahve içeriz” dedim. Cem çıktıktan sonra, karar okundu. 14.00’e kadar, tutukluluk emri verilmişti. Saat 14.00’te tekrar mahkemeye gittiğimizde, baraj ve Kapalı Maraş’tan yapılan yayından dolayı 2 ay ceza aldım ve tutuklanma emri verildi. Gerçekten büyük bir şok yaşadım, çünkü, hiç beklemiyordum. O dönem, pandemi süreci yaşandığı için yeni hapishane açılmamıştı ve orada 7 günlük karantinada kalmak gerekiyordu. Hızlı PCR testinden sonra, yeni hapishanedeki karantina merkezine götürüldüm. Hukukçular ve mahkumlar iyi bilirler. İçeri alınmadan önce, “üzerinizde bir şey saklıyor musunuz” diye muayeneden geçiyor ve üzerinizdeki her şeyi çıkarıyorsunuz. Kontrol eden kadın gardiyanların yüzünde mahcubiyet vardı, onları teselli ettim. Mahkum elbisesini giydim. Terliklerim yoktu. Gardiyan Melek Hanım, gidip, bana terlik almış ve beni çok duygulandırmıştı. Benim için şöyle bir şey oldu aslında; insanın başına gelmediği sürece, yaşanılanları anlayamıyor. Her şeyi yaşamak lazım. Genç genç öğrenci çocuklar, “süreleri geçmiş” diye, içeriye alınmışlardı. Çığlık çığlığa çeşitli dillerde konuşuyorlardı. Ailelerine ulaşamıyorlar, tek başınalar. Onları görünce, “ben yine şanslıyım” diye düşündüm.
Sevgili Meryem, evrene yanlış mesaj göndermeyelim. Her şeyi yaşarsak yandık! Gel şöyle bir niyet ekelim, yetkili olanlar, sorumluluk alanlarında, gönüllü olarak, kapalı kapılar ardında yaşanılan insanlık dramlarını deneyimlesinler! Şaka bir yana, içeride olduğun dönem duygularını ve yaşadıklarını dinlemek istiyorum.
Yeni hapishanede, yedi gün kaldıktan sonra, gardiyanlar, “eski hapishane gitmek yerine burada kalabilirsiniz” dediler. Kabul etmedim. Kurallar ne ise oydu. Hem de burada kalınca ziyaretçi kabul edilmiyordu. Sonuçta, cezaevi müdürü inisiyatif kullandı, kurallara aykırı değil, gitmeyip, burada kalacaksınız” dedi.
Gardiyanların odasında telefon izni veriliyordu. Annemi arıyordum. Kısa bir süre önce bir evladını toprağa gönderen, şimdi ise bir evladı hapis cezası alan annemin çok kötü durumda olduğunu öğrenmiştim. Annem ile görüşmeden önce derin bir nefes alıyor, her konuşmada,, “ben bugün tüm öğünlerimi yedim, hepsi ev yemeği gibiydi, gardiyan arkadaşlarımla oturuyorum, kitap okuyorum” diyordum. Bir seferinde gülmüşüm, annem “ha bi de gülen de” deyip, rahatlamıştı. O günlerde “anneme bir şey olursa, canlı bomba olup, bir yerde değil, üç yerde patlarım” dediğimi hatırlıyorum. Çünkü, sonradan, annemin, ilk günlerde, neredeyse hafızasını kaybettiğini, benimle konuşmaya başladıktan sonra psikolojinin yavaş yavaş düzeldiğini, benim ofis ortamında gardiyanlarla oturduğumu düşündüğünü öğrenmiştim. Bir de, aklım en çok oğlum Hasan’daydı. İlk gün, polis arabasından oğlumu aradığımda, “Haberim var anne, sen güçlü kadınsın, atlatırsın” diye beni rahatlatmıştı. Yine, çıktıktan sonra öğrendim. Haber basına düşer, düşmez Hazar Ergüçlü, Hasan’ı aramış. “Annen” diye cümleye başlayınca, oğlum “eyvah annem de öldü. Ne büyük şansızlık” diye panik olmuş. Sonra Hazar hızlı hızlı cümlesini tamamlayınca, şükretmiş. Benim ile bu şükrün rahatlığı ile konuşmuş.
Bu röportajı okursa, yine anneni üzmeyiz değil mi?
Üzmeyiz, niçin üzmeyiz? Zamanın, geçmek gibi bir güzelliği var. Tabi ki izler kaldı ama geçti.
Annesi, kızını ofis ortamında sanıyor ama Meryem aslında nerede ve neler yapıyor?
Meryem aslında, yeni hapishanede, henüz açılmadığı için, erkekler kısmında, bir odada tek başına kalıyor. İlk günlerde, nefes almakta zorluk çekip, boğulacakmış gibi oluyordum. Ağır kayıplar yaşamıştım, böyle zorlu süreçlerin nasıl atlatılabileceği noktasında biraz tecrübem olmuştu. Kendime, telkinde bulunmaya başladım. Çok kitap okudum. Nerede olduğumu unutmak için, kitapların içine girdim. Hayallerimde ortamdan uzaklaşmayı, bir zaman sonra başardım. Bir de hapishane kullanıma açılmadığı için çok fazla güvercin vardı. Beni de yalnız bırakmıyorlardı. Odada bir kez genel temizlik yapılmıştı. Sonrasında, bir mop lengeri ve mop ile her gün yerleri sildim, temizlik yaptım. Bunun iki faydası oldu. Bir, su ile uğraşmak psikolojime iyi geldi. İki, hapishaneye girdiğim, kilo ile çıktım.
İki ay süresince hiç ziyaretçi gelmedi mi?
Normal ziyaretçi kabul edilmediği için dönemin İç İşleri Bakanı, Ayşegül Baybars, neredeyse haftanın 3 günü ziyaretime geliyordu. Gardiyanlar odasında sohbet ediyorduk. Bu bana çok iyi geliyordu. Avukatım Salih Doratlı da ziyaretime geliyordu. BRT Haber Amiri Selda İçer de, tüm koşulları zorlayarak, özel izinle bir kaç defa geldi. Bir seferinde, mahkum elbisesinin kollarını kıvırmışım. Espri de yaptı. “Bak bir de tarz yapmış” diye. Abim de emanete sürekli kitap bırakıyordu.
Meryem beni bilirsin. işim, gücüm, hayat, insanlar ve duygular.. Şimdi çıktığın güne gidelim. Bana o günü ve duygularını anlatır mısın?
Kapıda çok kalabalık bir grubun beni beklediğini gardiyanlar söylemişti. Hiç bu kadar heyecanlanacağımı düşünmemiştim. Kıyafetlerimi getirmişlerdi, giyindim ama bir türlü çıkamıyorum. En sonunda “sizi burada daha fazla tutamayız. Çıkmamız gerekiyor” dediler. Cezaevi ve çıkış kapısı arasında uzun bir mesafe var. Bacaklarım titreye, titreye o yolu, heyecanımı fark eden, yanımdaki bir erkek ve bir kadın gardiyanla sohbet ederek, yürüdüm. Önce oğlumu gördüm. Tüm sevdiklerim, sevenlerim beni bekliyordu. Evde de annem, tüm ailem ve arkadaşlarımla beni bekliyordu. Arkadaşım Sibel Tatar’da annemin yanındaydı. Benim hayatımdaki dostluklar, arkadaşlıklar sınavlarla pekişti. O dönem “ne kadar doğru insanları hayatıma almışım” diye şükrettim.
BRT’de ise sevgi ile saygı ile alkışlarla karşılandım. Böyle karşılanmasam, belki de görevime geri dönmezdim. Hiç bir emeğin karşılıksız kalmadığını bir kez daha gördüm.
Allah hiç kimseyi, hak etmeden, özgürlüğünden, sevdiklerinden, gökyüzünü görmekten mahrum etmesin.