Kıbrıs müzakerelerine ilişkin  olarak Cenevre’de  9-10-11 Ocak tarihlerinde gerçekleşen görüşmelerin  son gününde haritaların  sunularak BM kasasına konulmasının ardından  12 Ocak’ta  garantör ülkelerin de katılımıyla , “Güvenlik ve Garantiler” ana  gündem  maddesiyle Konferans  düzenlenmesi önemli gelişmeler olarak değerlendirenler var!...

Beşli konferansın ardından 18  Ocak’ta  garantör ülkelerden   uzmanların  bir araya gelmesiyle  başlayan  görüşmelerde süreçte ilerleme olması halinde, üst düzey boyuta  taşınacak  müzakerelerde  , Kıbrıs’ta  iki toplumlu  bir federal yapının  oluşturulması için  çalışmaların  hızlanmasını  bekleyenler vardı ama  başarısızlıkla  sonuçlanması kaçınılmazdı. Nitekim de öyle oldu.…

11 Ocak’ta sunulan  haritaları her iki taraf da  kabul edilemez olarak değerlendirmişlerdi. Nitekim Rum tarafının sunduğu haritayla ilgili olarak yapmış olduğu açıklamada:  “Gerçekten kabul edilecek bir harita değil, bunu kabul edecek bir tek Kıbrıslı Türk  de çıkmaz” ifadelerini kullanmıştı.

İyi niyetle yapılan ikazları dikkate almayarak ‘harita’ sunan ve KKTC’de çok tenkit edilen  sayın Akıncı: Ben Denktaş’ın 29+’sını verdim diyerek işin kolayına gitmeyi tercih etti. Ama meselenin aslı öyle  değildir!.. 17 Ocak 1985’te BM Genel Sekreteri Perez De Cuellar tarafından ilan edilen belgede %29’a varan  bir toprak tavizi gündeme getirilirken  belirleyici faktör olarak yerlerine  dönecek göçmenlerin sayısını dikkate alınıyordu. Türk tarafı için kendilerinden onay alınmadan  böyle bir çalışmanın yapılması kabul edilecek bir durum değildir  diyen Kurucu Cumhurbaşkanımız Rauf Denktaş, her iki kesimin  elinde bulunduracakları toprağın verimlilik , mülkiyet oranı  ve yaşanabilir olması gerektiğini dile getirerek %29 değil, %29(+) şeklinde bir öneride  bulunmuş ve  1989’da Cuellar formülünün artık geçersiz olduğunu dile getiriyordu… Yine o günlerde sunulan herhangi bir harita kesinlikle yoktur. Diğer bir önemli konu da o günde   Mülkiyet konusunda global bir çözüm vardı, takas ve tazminatlar vardı; 4 temel özgürlüğün ve AB normları uygulaması da yoktu!... Böyle bir taviz de verilmemişti…

Konu ile ilgili olarak da  ben o günleri  dakikası dakikasına yaşadım diyen Cumhurbaşkanlığı eski Basın Danışmanı sayın  Özer Kanlı “Denktaş bey sadece; Cuellar belgesini çerçeve olarak kabul ettiğini açıklamış daha sonra  da 1987’de KKTC Meclisi aldığı bir kararla Rumlara Cuellar belgesini çerçeve olarak  kabul etme çağrısında bulundu” diyor.

Gelinen aşmada  KKTC ve Türkiye  , Kıbrıs’ta Türkiye’nin  garantörlüğü  ve Türk askerinin mevcudiyetinin    her koşulda devam etmesi gerektiğini savunurken, Rum tarafı ve Yunanistan  ise  garanti anlaşmalarının iptalini  ve  Türk askerlerinin  adadan ayrılmasını  şartını dile getirmeye devam etmektedirler..

Neticede, Ada’daki kalıcı barış ve istikrarı sağlamak amacıyla   7-11 Kasım ve 2021 Kasım 2016’da  İsviçre’nin  Mont Pelerin kasabasında  ,  9-10-11 Ocak’ta Cenevre’de yapılan görüşmelerde ve yine 12 Ocak’ta Cenevre’de gerçekleşen 5’li Konferans’ta Rum tarafı  masadan kalkan ve/veya  görüşmeleri askıya alan taraf olmuştur.

Konferansın  açılışı sırasındaki konuşmasının başında yine Anastasiadis yapacağını yaptı ve  Konferansta  ‘sözde’ “Kıbrıs Cumhuriyeti Başkanı ve  Kıbrıs Rum lideri” olarak  yer aldığını açıkça ifade ederken  TC Dışişleri Bakanı da Türkiye’nin Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanımadığını  dile getirdi. Yine Anastasiadis;  Mevlüt Çavuşoğlu’na hitaben “Türkiye’nin tezlerini biliyoruz, bu konuda kalmak istemiyorum, ne de zıtlık istiyorum.  Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olarak buradayım, bunu siz de çok iyi biliyorsunuz” ifadesini  kullandı.

Esasında  sayın Akıncı ve sayın  Çavuşoğlu  Anastasiadis’e dersini vermeli ve de sözlerini geri almadığı taktirde Konferansı terk etmeliydiler ama esas suçlu sözlerini düzeltmesini istemeyen  BM Genel Sekreteri’nin  Kıbrıs Özel Danışmanı Eide’dir. 

Cenevre Konferansı’nın ardından  açıklamada bulunan BM Genel Sekreteri Guterres, “Güvenlik ve garantiler konusunda  gerek Kıbrıs Türk tarafının ve gerekse  Rum tarafının   güvenlik endişeleri olduğunu biliyoruz.  Şu açık ki  daha kat edilecek çok yol, yapılacak çok iş var.” diyerek Kıbrıs’ta çözüm için  daha fazla zamana ihtiyaç olduğunu işaret etti.

Türk tarafı, müzakerelerin ucunun açık olmaması taraftarıyken , çözümün  de federal bir yapıyla olacaksa   en kısa zamanda  sağlanması gerektiğini yoksa alternatif  çözüm önerilerine yöneleceğini  belirtirken Rum tarafı müzakerelerin ucunun açık olması ve gerektiği kadar  sürdürülmesi             görüşünü savunmaya devam ediyor…

Cenevre Konferansı’nın ardından yapmış olduğu açıklamada, müzakere sürecinin  sonsuza kadar devam  edilemez takvime bağlanması gerekir diyen ve  18 Ocak’taki görüşmelerin ardından garantör ülkelerin  bakanlarının  bir araya  gelmesi gerektiğini kaydeden Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu;  Kıbrıs’ta  Türkiye’nin  garantörlüğü  ve  Türk askerinin mevcudiyeti devam edecek dedi…

Sonuç olarak;  KKTC’nin kimseye verecek toprağı yoktur… Şehitlerimizin  kemiklerini ise sızlatmaya hiç hakkımız yoktur. 1968 yılından beri devam eden görüşmelere vatandaşın artık tahammülü kalmamıştır. Rum’un hedefleri belli iken görüşmelere devam etmenin de bir anlamı kalmamıştır.  15 Kasım 2016’da  KKTC’nin kuruluş yıl dönümü etkinliklerinde sayın Akıncı : “Olmazsa,Yolumuza Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile Devam Ederiz”  dememiş miydi? Haydi öyleyse  herkes yoluna!...