27 Ocak 2017’de BM Güvenlik Konseyi  üyelerini Cenevre Konferansı ile ilgili bilgilendirmesi sırasında  yapmış olduğu açıklamada BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Danışmanı Eide : “Kıbrıs’ta tüm tarafları, müzakerelerde kazanılan ivmeyi korumaya  ve  “Birleşmiş Kıbrıs” konusundaki tarihi anlaşma fırsatını  yakalamaya çalışırken; son aylardaki Kıbrıs müzakerelerinde  kaydedilen ilerlemeden  ve Cenevre’deki  görüşmelerde  “Güvenlik ve Garantiler  “  konusunun  ilk defa  ele  alınmasından  duyulan memnuniyeti dile getirdi. 15 ülkenin  temsilcilerine  verdiği kapalı brifingin  ardından gazetecilerin  sorularını yanıtlayan  Eide: Kıbrıs barış görüşmelerindeki ivmenin  devam ettiğini, öte yandan  kilit sorunların  çözümünün  zor olduğunu  söyledi.

Eide kilit sorunların  “Yerleşim ve Güvenlik, garantiler” olduğuna işaret ederek  “Bir toplum  Türk askerinin  varlığını  çözümün bir parçası olarak görürken  , diğeri sorunun bir parçası olarak görüyor” diye konuştu. Çözüm açısından zamanlamanın  çok uygun olduğunu  , çabaların sonuçsuz   kalması halinde   bir daha  böyle bir fırsatın  ne zaman yakalanacağını  kimsenin bilmediğini belirten Eide:  “Çok büyük olmayan  bir fırsat penceresi var . Kolay mı? Hayır” ifadesini kullandı.

Eide hangi ivmeden bahsediyor acaba! Her iki liderin  karşılıklı  olarak  bulundukları özveriden mi yoksa sadece Türk tarafının verdiği tavizlerle gelinen noktadan mı bahsediyor, bilelim… Türk tarafı olarak neler vermedik ki? Öncelikle yıllardan beridir Rumlar liderliğinin dile bile getiremediği mülkiyette ilk söz hakkının 1974’teki tapu sahibine verilmesini, AB normlarının ve 4 temel özgürlüğün uygulanmasını, dolaylı da olsa 2 Ağustos 1975  “Nüfus Mübadele Anlaşması” ile ortaya çıkan iki bölgeliliğin ortadan kalkmasını, nüfus oranının 1 Türk’e karşı 4 Rum’un olmasını kabul ettik!... Ancak yapılacak bir anlaşmanın AB’nin Birincil Hukuku olmasını ve de “Dönüşümlü Başkanlığı”, siyasal eşitliğimizi, egemenliğimizi ve self-determinasyon  haklarımızı  Rum’a kabul ettiremedik…Rum acaba bize ne verdi? İşte onu da biz bilmiyoruz!...

Günümüzde  Türk tarafı müzakerelerde  daha çok zaman  kaybetmeden  yeni bir konferans tarihinin saptanacağı ve  sonuca gidecek bir süreç amaçlarken, Rum tarafı bundan kaçmanın yollarını arıyor.. Anastasiadis görüşmelere Kıbrıs’ta devam edilmeli derken AKEL Genel Sekreteri Kiprianu , Cenevre tipi yeni bir konferansın yakın bir zamanda yapılmasının hata olacağını dile getiriyor…

Ancak en doğrusunu  24 Ocak’ta Baf’taki             “Neapolis Üniversitesi”de düzenlenen  törende konuşan Başpiskopos II. Hrisostomos Türkçe olarak  çok açık ifade etti: “Çözüm Yok”!... Bu iş bu kadar basit, kilise ne derse o olur…

Kıbrıs Türk halkı olarak anavatanımız Türkiye’ye güvenerek TMT etrafında bütünleşerek verdiğimiz mücadelenin sonunda 20 Temmuz 1974 Barış Harekatının mutluluğuna eriştik.  Self-determinasyon hakkımızı kullanarak 15 Kasım 1983’te KKTC’ni ilan ettik.  Gelinen aşmada ilk defa 1960’ta konu edilen Türkiye’den su gelmesi geç de olsa yakın geçmişte geldi ve de günümüzde  elektriğin de gelmesi gündemdedir. Bilmeliyiz ki anavatanımız Türkiye  her zaman yanımızdadır ve yanımızda olmaya devam edecektir. Bağımsız ve egemen devletimiz KKTC’den  vazgeçmemiz söz konusu olamaz ve olmayacaktır….

Bu noktada Kurucu Cumhurbaşkanımız rahmetli Rauf R. Denktaş’ın çok önem verdiği bir anısını yazmaktan kendimi alamıyorum.

Kurucu Cumhurbaşkanımız  rahmetli Rauf R. Denktaş’ın görevde olduğu günlerde,5 Kasım 2004’te İstanbul’daki programını tamamlamasının ardından  Lefkoşa’ya hareketinden önce Atatürk Hava Limanı Devlet Konukevi’nde basın mensuplarının  sorularını yanıtlarken Filistin lideri Arafat’ın  sağlık durumuyla ilgili  bir soru üzerine  Denktaş: “4 yıl süren ev hapsi nedeniyle Arafat’ın  dışarıda  gerekli tedaviyi göremediğini” kaydederek, ‘Hürriyet için, hakları için  mücadele eden bir halkın liderine bu muamele yapılmamalıydı” dedi.

KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, Arafat’ın sağlığına kavuşması dileğinde  de bulunarak, sözlerini şöyle tamamlıyordu: Arafat muhakkak tarihe geçmiş bir insandır. Bana bir sözü vardı. Bundan yıllar önce bir İslam Konferansında buluştuğumuzda , “Denktaş bey, sen bana “Birleşmiş Milletlerde  söz hakkı veridi” diye  kıskanıyorsun. Ancak şunu unutuyorsun, benim  gömülecek toprağım yok henüz. Senin bir Türkiye’n var, devletin var. Benim bir Türkiye’m   olmuş olsaydı, şimdi bu çektiklerimi çekmezdim” demişti.

Arafat , o zaman sürgündeydi. Gömülecek toprağım yok” sözü bana çok battı. Biz de  Kıbrıs’ta eğer aklımızı  başımıza almazsak , devletimizden , egemenliğimizden  vazgeçersek , zannedersem gömülecek toprağımız bizim de  olmayacaktır.

Rumlar  en başta “Dr. Küçük’ün gömüldüğü  tepe Rum malıdır, hadi bunu  buradan sökün” diye başlayacaktır. Şehitlikler  Rumların tarlasına gömülmüştür, çıkarın bunları” diye başlayacaktır. Onun için Arafat’ın sözünü ben  hiç unutmuyorum. Devletin  kutsallığını, önemini ve devletini korumak için insanların  nelere  katlandığını... İşte bunları düşünerek değerlendirmemiz lazım diye düşünüyorum. İnşallah sağlığına kavuşur. Büyük bir liderdi” dedi. Kaynak: www.haber7.com/dunya/haber/20776-arafatin-denktasi-duygulandiran-sozleri

KKTC’nin Kurucu Cumhurbaşkanı rahmetli Rauf R. Denktaş’ın bu sözlerine katılmamak mümkün mü?