Crans Montana’da yer alan  Kıbrıs Konferansı’nda yaşanan tıkanıklığı gidermek üzere  BM Genel Sekreteri Antonio  Guterres dün yeniden Crans Montana’ya giderek müdahalelerine başladı.  Guterres’in Zirveye dönüş amacının, “çözüm çabalarını  geri dönüşü   olmayacak   bir çözüm taslağına ulaştırmaktır”.

Türk tarafı olarak  siyasi bir çözüm adına  böyle bir tuzağa  düşmemeliyiz. Guterres’in    çizdiği çözüm çerçevesi Kıbrıs Türk halkının geleceğini karartmaya yönelik  önerilerle doludur. Şöyle ki;

Guterres, “Mevcut  1960 Garanti  Anlaşmalarının  ve tek taraflı müdahale haklarının  sonlandırılması, askerin geri çekilmesinin  görüşmeye açılması ve takvime bağlanması, tüm Kıbrıslıların kendilerini güvende hissedebilecekleri yeni bir  uygulama mekanizması geliştirilmeli” diyor. Belli ki hedefleri  Garanti Anlaşmalarını  sulandırmak  ve de  tarihin   hiçbir döneminde  anavatanımız Türkiye’yi  müdahale edemez duruma getirmektir.

Bu resmen  Rum-Yunan ikilisinin görüşlerine destek vermek değil de nedir?

Bu noktada insanın ; Rum-Yunan ikilisinin  ve /veya Guterres’in ne suçu var diyesi  gelir!.. Rum yıllardan beri garantileri ağzına almaya cesaret edemezken siz kalkar da  daha 25 Haziran 2015’te “Garantiler Tabu Değildir”  derseniz ve de  günü geldiğinde  garantiler de görüşülebilir derseniz  Rum da  bugün “Sıfır garanti, sıfır asker” demek için kendinde hak bulur.   Tarih garanti anlaşmalarının görüşme masasına taşınmasına davetiye çıkaranları affetmeyecektir.

Guterres’in çizdiği çerçevede   sadece düşüncelerin   yazılı nota  çevrilmesi bile  Türk tarafının  sorgusuz sualsiz  Crans Montana Konferansından   çekilmesini ve bavullarını alıp geri dönmelerini gerektirmektedir.

Kıbrıs Türk halkı olarak  Rumların  her istediğine ‘evet’ dememiz mümkün değildir. Biz ‘evet’ demedikçe de  bir anlaşmaya varılmaz.  Rum’un her dediğine ‘evet’ diyerek bir çözüme varılacaksa biz buna yokuz!...

Konu ile ilgili olarak; 23 Mayıs 2009 tarihli Volkan Gazetesi’nde  “Milli Çizgilerimize Sahip Çıkalım” başlıklı yazısında Kurucu Cumhurbaşkanımız Rauf R. Denktaş: “Ben görüşmelerde  Tek Halk , Tek egemenlik  gibi ilkeleri peşinen  Kabul etmedim,  Türk cemaatinin kendi kaderini tayin hakkını ayni referandum ilkesini  kabul ettirerek  perçinledim,  halkın kurucu ortak statüsünden  taviz vermedim ve garantileri  masaya yatırmadım. Mal-mülk meselelerinin   global bir şekilde  masada hallinde ısrarlı oldum. Şimdiki görüşmeler  tek  halk, tek devlet, tek egemenlik,  tek vatandaşlık  esasları üzerinde   devam etmektedir ve Garantiler de   gündem maddesi olarak  masaya yatırılmış  bulunmaktadır.  Tek halk, tek egemenlik, tek devlet  formülüne AB normları da eklenince   bizim tutunacak dalımız kalmayacaktır. Türkiye AB üyesi olmadan  bizim Rumlarla  birleşerek Kıbrıs’ın AB üyeliğini  meşru hale  getirmemiz de  Türk  garantisini işlemez hale getirecektir. Rumların  da 45 yıldır  uğraştıkları bunu  elde  etmek içindir ” diyordu.  

Günümüzde Rum  tek devlet, tek egemenlik, tek vatandaşlık, tek uluslararası temsiliyet diyor, başka bir şey demiyor. Son 2 yılda verilen  tavizler bununla da kalmadı!.. Mülkiyet konusunda  AİHM’in Mart 2010 tarihli kararı olmasına  rağmen  sayın Akıncı’nın Cumhurbaşkanı olmasının ardından  nasıl olsa 1500-2000’den fazla Rum  gelip Kuzey’e  yerleşmez düşüncesinden hareketle  ilk söz hakkının 1974’teki tapu sahibine verilmesi, AB normlarının ve 4 temel özgürlüğün  sınırsız uygulanmasıyla  1975’de Viyana’da yapılan  “Nüfus Mübadele Anlaşması” ile oluşan 2 bölgeliliğin  sulandırılmasına giden yol açılırken tutunacak dalımız bile  kalmadı. Bir de 11 Ocak 2017 itibarıyla  Cenevre Konferansında KKTC hükümetinin tüm itirazlarına rağmen Rum’un rüyasında bile göremeyeceği haritanın verilmesiyle elde avuçta bir şey kalmadı!..

Şimdilerde Kurucu Cumhurbaşkanımız Rauf R. Denktaş  haklı çıktı mı?  Evet!..  Rauf R. Denktaş’ın  Tüm korkuları  ve endişeleri bir bir kendini göstermeye başladı mı ? Evet!..

Günümüzde  Rum-Yunan ikilisinin beklentileri, anavatanımız Türkiye’nin garanti ve İttifak Anlaşmalarının iptali kabul etmesi, askerini Kıbrıs’tan çekmesi  ve KKTC’ni tanımaktan vazgeçmesidir. Rum-Yunan ikilisi hayal mi görüyor ne?

Sonuç olarak ; Anavatanımız Türkiye’nin etkin ve fiili garantisinden asla vazgeçmemek, KKTC’nin bağımsızlığı ve egemenliğini savunmak, onu yaşatmak   ve tanınmasını sağlamak boynumuzun borcudur… Milli çizgilerimiz, kırmızı çizgelerimizdir…