15 Temmuz 1974’te Yunan Cuntası desteğinde harekete geçen Rum Milli Muhafız Ordusu (RMMO) bir yanda Makarios’a karşı darbe düzenler ve de Nikos Sampson’u, Makarios’un yerine getirirken; Sampson göreve getirilmesinin daha ikinci gününde “Kıbrıs Helen Devleti’ni ilan ederken Kıbrıs Türk halkını toptan yok etmek için Iphestos Planı da devreye konuluyordu.
Bu gelişmeler ışığında İngiltere ile işbirliği içerisinde hareket etmek isteyen Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı rahmetli Bülent Ecevit İngiltere’ye gider ve eli boş dönerken darbeden sağ kurtulmasının ardından ABD’ye giden ve de 19 Temmuz 1974’de BM’de konuşma yapan Makarios III : “Ülkem Yunanistan’ın işgali altındadır, Kıbrıs’ta Rumların da Türklerin de hayatları tehlikededir, müdahale ediniz” diyordu. Bu gelişmelerin ardından 20 Temmuz 1974’te Barış Harekatı gerçekleşirken Kıbrıs Türk halkı olarak anavatanımıza ve Mehmetçiğimize kavuşmanın heyecanını yaşıyorduk…
O güne kadar kendilerini Adanın tek hakimi olarak gören Rumlar, yanıldıklarını anladılar , ama çok geç kaldılar. Gelinen aşamada adadaki gerçekleri görmek ve de kabullenmek durumundadırlar. Ah, vah çekmelerine de gerek yoktur!...
Gelinen aşamada Kıbrıs Türk halkı 15 Kasım 1983’te self-determinasyon hakkını kullanarak bağımsız ve egemen devleti Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni ilan etti. KKTC uluslararası Hukuk’a göre tanınma hakkı olan bir devlettir. Bu göz ardı edilemez, KKTC’nin tanınma hakları yok sayılamaz...
Ancak KKTC’nin bu hakları göz ardı eden Rum-Yunan ikilisi; Yunanistan’ın 1981 yılından beri üye olduğu AB ile işbirliği içerisinde hareket ederek uyguladıkları politikalarla bugünlere gelinmiştir. Rumlar, 24 Nisan 2004 Annan Planı Referandumuna ‘hayır’ demelerine karşın ödüllendirilerek AB’ne üye olurken bir yandan da BM Güvenlik Konseyi’nin 541(1983) ve 550(1984) tarih ve sayılı kararlarıyla ‘sözde’ Kıbrıs Cumhuriyeti Kıbrıs’ta tek meşru devlet ve hükümet olarak tanınmasının bir sonucu olarak görüşmeler bu çerçeveden kaynaklanan olumsuzluklarla ve başarısızlıkla zoraki olarak sürdürülmeye çalışılıyor…
Yakın geçmişte görüşmelerde ilerlemeler yaşandığına inanılarak 7 Kasım 2016’de İsviçre’nin Mont Pelerin kasabasında Mülkiyet, Ekonomi, AB ile İlişkiler , Yönetim ve Güç Paylaşımı ve Toprak konularının 5 gün süreyle görüşülmesi hedeflenirken birkaç gün sonra Kıbrıs’a ve Yunanistan’a gitmek için Anastasiadis’in izin isteyip ayrılmasının ardından görüşmeler yarıda kalıyordu. 20 Kasım’da yeniden başlayan görüşmelerden yine Rum tarafının masadan kaçmasıyla başarısızlıkla sonuçlanıyordu.
1 Aralık akşamı Eide’nin Lefkoşa’da ara bölgede düzenlediği yemekte sayın Akıncı, Anastasiadis’le bu kez 9-10-11 Ocak 2017’de Cenevre’de buluşmak üzere sözleşirken bir de tarihi hata yaparak ‘harita’ verilmesi konusunda mutabakata varıyordu. Nitekim 11 Ocak’ta haritaların verilmesini ardından 12 Ocak’ta garantör devletlerin Dışişleri Bakanları’nın da katılımıyla başlayan 5’li Konferans Rum-Yunan ikilisinin masadan kaçmasıyla yine başarısızlıkla sonuçlanıyordu.
İşte bu noktada düşünmemiz gereken çok önemli bir konu vardır. Görüşme süreci tarihinde ilk kez ‘harita’ verilme konusu vardır . Bu noktada ‘harita’ verilmemeliydi diye tenkit edenlere sayın Akıncı: “Bu harita Denktaş’ın imzaladığı ve Meclisi’nde onayını alan %29 artı olduğunu” söylemiştir. Ancak bunun gerçekle bir ilgisi olmadığı ilerleyen günlerde gazetelerde günlerce yer almıştır… Şu bir gerçek ki bu konu konuşuldu ama rahmetli Rauf R. Denktaş bu yöndeki bir anlaşmaya imza atmış değildir…
Yunanistan’ın Cenevre’de çözüm için Garanti Anlaşmasının kaldırılmasını şart olarak görüşmelerden çekilmesi isabet olmuştur, gelecek açısından her iki halkın da yararına olmuştur. Ancak, 5’li Cenevre Konferansı’nın canlandırılması çalışmaları günümüzde başlamış olup 6 Mart olarak hedeflenmektedir.
1960’da Türklerin ve Rumların ortaklığına dayalı olarak kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti devletimiz Rumların 21 Aralık 1963’teki saldırıları sonucu ikiye bölünmüş ve neticede Kıbrıs Türk halkı self-determinasyon hakkını kullanarak 15 Kasım 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni ilan etmiştir.
Her şeyden önce KKTC’nin kuruluşu Kıbrıs Türk halkı için bir dönüm noktası olmuştur. Gelinen aşamada Kıbrıs’ta var olan bağımsız ve egemen iki devletin yaşatılması en doğru seçenektir.
Kıbrıs Türk halkı olarak bazı çatlak seslere kulak asmadan bağımsız ve egemen devleti KKTC’ne sahip çıkmalıyız. Rumların hedefi Kıbrıs Türk halkını ne idüğü belirsiz Birleşik Federal Kıbrıs gibi siyasi bir çözümle kendilerine yama yapmaktır. Rum liderliği Kıbrıs Cumhuriyeti devam edecek , KKTC yıkılacak ve Kıbrıs Türk halkı ‘sözde’ Kıbrıs Cumhuriyeti’ne ‘azınlık’ olarak entegre olacak diyor.
Kıbrıs Türk halkına düşen görev “bizim için Kıbrıs Cumhuriyeti yoktur” demektir. Kıbrıs Türk halkı yolunu yıllar öncesinden çizmiştir, kararını vermiştir, KKTC’ni ilan etmiştir. KKTC’nin yaşatılması ve tanınması için yola çıkmalıyız…
Kıbrıs Türk halkı olarak , Kıbrıs sorununa ve görüşmelere takılıp kalmayalım , Rumlarla kesinlikle Federal bir çatı altında bir arada yaşamayı düşünmeyelim ve de Kıbrıs’a adil ve kalıcı bir barış için Kıbrıs’ta bağımsız ve egemen iki devletin yan yana yaşayacağı ve birbirlerini karşılıklı tanıyacakları siyasi bir çözümün tek çare olduğunu düşünelim ve bu düşünce etrafında bütünleşelim anavatanımızla birlikte hareket ederek KKTC’ni geleceğe taşıyalım…