Kazak kardeşlerimiz…

Kırgız kardeşlerimiz…

Tacik kardeşlerimiz…

Türkmen kardeşlerimiz…

Özbek kardeşlerimiz…

Hepsi de soydaşımız, akrabamız, ırkdaşımız…

Bu “Türkümsü” devletler, bu ayın başında Özbekistan’ın başkenti Semerkant’ta “Birinci AB-Orta Asya” Zirvesi”ni gerçekleştirdiler.

Avrupa Birliği ile “imrenilecek” işbirliği anlaşmaları imzaladılar…

Hepsi de Avrupa’nın “stratejik ortağı” oldu…

Türkiye’nin yıllardan beridir başaramadığını bu 5 “akrabamız” başardı…

Bu ülkeler, özellikle yenilenebilir enerji, ekonomi, iklim değişikliği, gümrük, ticaret, dijitalleşme konularında Avrupa’nın hem tecrübelerinden hem de parasal fonlarından yararlanacak.

Avrupa da; gaz ve petrol alanında yeni “tedarikçi” ortaklar edinecek.

Avrupa Birliği önümüzdeki dönemde bu ülkelere 12 milyar Euro dolayında kaynak aktaracak. 3 milyar Euro ulaşıma, 2.5 milyar Euro uranyum temizleme projesine, 6.4 milyar Euro; su, enerji, iklim projelerine yatırım yapacak.

Ayrıca; 7-8 milyar Euro’luk “boru hattı” projesi üzerinde de çalışılacak.

Elbette; AB’nin Orta Asya’ya bu denli “cömertçe” yatırımlar yapmasının “konjektürel” nedenleri de vardır.

Bunların başında; Rusya’ya olan enerji bağımlılığını kırmak,  onu “yalnızlaştırmak” ekonomik olarak dünyadan izole etmek geliyor. Çin’in Orta Asya’daki tahakkümünü yok etmek de var tabii Avrupa’nın attığı adımlarda… 

Yakın bir tarihe kadar böylesi bir adımı gerçekleştirmek neredeyse imkânsızdı. Çünkü bu 5 “kardeşimiz” iyi komşuluk ilişkileri içinde değildi. Yıllarca birbirlerini “yemekle” meşguldüler…

Ancak Avrupa, inanılmaz projelerle onları birleştirdi. Özellikle ulaşım konusundaki yatırımlarla artık “Orta Asya”  Avrupa’ya çok daha yakın olacak.

Rusya’ya gaz bağımlılığı azalacak, ya da bitecek.

Aslında bu dev stratejik işbirliği, Erdoğan’ın ikide bir dediği gibi; “win-win” temeli üzerine oturtuldu. Yani “sen de kazan, ben de kazanayım, birlikte kazanalım”

Ancak bu beş akrabamız; Özbekistan’daki zirvede Avrupa ile “Ortak Deklarasyon”a imza atarken, bir de baktık ki 4. maddede bize sağlam bir “geçirmişler…”

Ne diyor bu madde? “Bizler BM Güvenlik Konseyi’nin 541 ve 550 sayılı kararlarına saygılıyız” diyor. Uluslararası hukuğa, tüm devletlerin bağımsızlığına, egemenliğine ve toprak bütünlüğüne saygı göstereceğiz” diyor.

İşte “diplomatik başarı” diye ben buna derim…

Bu “net” ifadeyi oraya kim sokuşturmuş olabilir?

Elbette AB üyesi “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin diplomatları…

Adamlar; AB üyeliğini etkin ve fiili olarak kullanıyorlar. Türkiye’nin iyi ilişki içinde olduğu kim varsa; Türk olsun, Arap olsun “Gelin sizin Avrupa’daki köprünüz olalım” diyorlar.

Onlar da; koşa koşa geliyorlar. Kazakistan, Özbekistan ve Türkmenistan Lefkoşa’nın güneyinde Hristodulidis’e “güven mektuplarını” çoktan sundular.

Bu, dünya çapında bir başarıdır. Türkiye’ye ve dolayısıyla bu “akrabalarımızdan “ medet uman “iki devletçilere” büyük bir şamardır.

Bu akrabalarımız, Erdoğan’ı “kırmayarak” “Türki Devletler Topluluğu”nu kurdular. Yine Sayın Erdoğan’ın hatırı için KKTC’yi de “gözlemci” sıfatıyla aralarına aldılar.

Ama; günü geldiğinde ülkelerinin çıkarları için AB ile yakınlaşma yolunu tercih ettiler.

Doğru da yaptılar. Bazı Pantürkistlerin dediği gibi “bizi arkadan bıçakladılar” ya da “12 milyara satıldılar” ifadeleri tamamen safsatadır.

Artık net olarak biliyoruz ki; ta eskilerden beridir söylediğimiz gibi; hiçbir “Türkümsü” devlet KKTC’yi tanımayacak.

Her salataya maydanoz olan, Türki devletlerle anlaşılmayan “sıkı fıkı” ilişkiler içinde olan ayrılıkçı bir mahalle siyasetçisi  “Türki” akrabalarını savunmak için durmadan yanlış ve yalana başvursa da, durum değişmiyor. Kimse zaten onu kale almıyor, söylediklerine inanmıyor.

Bu ilahiyatçı Pantürkist, Kırgızistan CB ile konuşmuş da “Kıbrıs’ı tanımamız sizi tanımayacağımız anlamına gelmiyor” demiş de, yakında çok güzel şeyler olacakmış da…

Bunlar hep masal gazel…

Arıklı; insan haklarına saygısı bulunmayan, gazetecileri topluca içeri tıkan Kırgız otoriter rejimini sevebilir ama Kıbrıslı Türkler’in böyle bir “tercih”i hiç olmadı…

Yani; Kıbrıslı Türkler, hiçbir zaman Orta Asya’dan medet ummadılar. Yüzlerini hep Batı’ya çevirdiler. Tıpkı şimdi bu akraba “devlet”lerin yaptığı gibi…

Bu yüzden diyorum ki; akrabalarımız doğruyu yaptı. Yerden göğe kadar haklıdırlar. Geleceklerini Batı uygarlığı ile “köprüler” kurarak garantiye aldılar.

KKTC’yi “tanımanın” onlara ne gibi bir getirisi olabilirdi ki?

Biz onlara ne vadediyoruz, ne verebiliriz?

Sadece Pantürkistlerin “hamasetini” ve siyasal İslam’ın “verasetini…”

Bu iki kesim; “Türk devletleri bizi tanıyacak” propagandası ile iç politikada milliyetçilerin ruhunu okşadılar, algı operasyonlarıyla da siyasal nemalanmayı tattılar…

Ancak deniz bitti. Tüm yalanların ömrü de bitti…

Beş tane “Türki” akrabamızdan da, Araplar’dan da medet ummak yersizdir. Mısır, Suriye, şimdi de Birleşik Arap Emirlikleri “yön”lerini “Kıbrıs Cumhuriyeti”ne doğru çevirmişlerdir.

Türk dış politikası bu “yenilgi”lerden sonra, aklını başına almalıdır. Tatar’la birlikte içi boş “iki devlet” siyasetinin bizi hiçbir yere götüremeyeceğini anlamalıdır.