Akşam yediler içtiler…
Bu sabah “gayrı resmi” olarak görüşecekler.
Bay Tatar, Cenevre’ye gitmeden, ilk şartını BM yetkililerine sundu.
“Masa düzeni”ni sordu.
“Hakan Fidan’ın yanımda olmasını isterim” dedi.
Onlar da, kırmadılar, masa düzenini ona göre yeniden oluşturdular.
İşte bu…
“Kıbrıslı Türklerin” olmadığı bir masa…
Orada temsiliyetimiz “yok” hükmündedir.
Siyasetçi değilseniz; populist davranmak gibi bir ihtiyacınız yoksa, Cenevre’yi çok gereksiz, nafile bir BM çabası olarak görürsünüz.
Masadaki bu “cılız” varlığımız, elbette bir yığın nedene dayanıyor.
Herşeyden önce, Bay Tatar’ın, Kıbrıslı Türkler’in oyları ile “seçilmiş” bir siyasetçi olmadığını masadaki herkes biliyor.
İskele’den aldığı üç-beş bin oyla onu kimlerin seçtiği ve kimlerin seçtirdiği de besbelli.
Bu yüzden biz masada değiliz…
Üstelik; masadaki 5 tarafın 3’ü, BM kararlarına bağlı… Kıbrıs’ta federal çözümden yana…
Bir tek Türkiye; “iki eşit egemen devlet”ten söz ediyor.
Aslında; “Beşli görüşme” Türk tarafının ortaya attığı bir formattı. Akıncı, ısrarla bunun üzerinde duruyor ve Anastasiadis’i buna ikna etmeye çalışıyordu.
Anastasiadis, bir dizi şartlar öne sürüyor ve buna yanaşmıyordu.
Guterres; “5’li bir konferans”ın toplanması için “yoğun çaba harcayacağını” ne zaman söylemişti biliyor musunuz?
25 Kasım 2019’da Berlin’de…
Yani; neredeyse 6 yıl önce…
BM Genel Sekreteri, tarafları biraraya getirebilmek için tam 6 yıldır bekliyordu.
Tam 6 yıl sonra ise, ancak “gayrıresmi” bir toplantıya tarafları ikna edebildi.
Nedeni de gayet açık…
Türk tarafı, “eşit egemenlik” talep ediyor…
“Uluslararası statü” talep ediyor…
Tıpkı zamanında Denktaş’ın yaptığı gibi bize çok pahalıya mal olan “Tanınmadan masaya oturmam” inadını sürdürüyor.
BM de nihayet kararını verdi: Madem ki masaya oturmuyorsunuz, haydi gelin “gayrıresmi” yapalım bu toplantıyı…
Anımsayalım: 2017 Temmuzu’nda Crans Montana’da masa dağılınca, temaslar tamamen durmuştu.
BM Genel Sekreteri tam 26 ay sonra Akıncı ile Anastasiadis’i Berlin’de biraraya getirmeyi başarmıştı.
İşte o toplantıdan sonra Guterres, insiyatif alacağını, “beşli” toplantı için yoğun çaba harcayacağını kayıtlara geçirmişti.
Ankara, Akıncı’nın Berlin’deki “üçlü” toplantıya gitmesini istemiyordu.
Ancak, “Berlin mutabakatı” Türk tarafı bakımından önemli “kazanımlarla” sonuçlanmıştı.
Herşeyden önce; Türk tarafının tezleri ve öncelikleri, BM kayıtlarına girmişti.
Türk tarafınca savunulan siyasi eşitlik ve kararlara etkin katılım BM belgesine apaçık biçimde yazılmıştı.
Artık iş ola, ucu açık görüşme olmayacağı kayda geçmişti.
Bundan sonra yapılacak görüşmeler, stratejik bir anlaşmayı hedefleyecek ve sonuç alıcı olacaktı.
Berlin’de Akıncı’nın dediği gibi, “raydan çıkan tren, yeniden rayına oturtulmuştu.”
Tartışmalı konulardan biri de “Guterres Çerçevesi” idi. Anastasiades, 26 ay boyunca, “Öyle bir belge yoktur” diyerek toplumuna 4 Temmuz tarihli başka bir belgeden söz ediyor, yalan söylüyordu.
Berlin’de, bu konu da temize havale edilmiş, taraflar 29 Haziran tarihli “Guterres Çerçevesi”ni, Türk tarafının dediği gibi kabul etmişti.
25 Kasım 2019’da Berlin’de başarılan “mutabakat” önemli bir yol haritası niteliğindeydi.
Ancak Ankara, bu önemli “uzlaşma”yı elinin tersiyle itti.
Nedeni de bu uzlaşmada yer alan; “BM parametrelerinin dışına çıkılmayacağı, federal çözüm dışındaki modellerin kabul görmeyeceği” ifadeleriydi.
Zamanın TC Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, Crans Montana’dan hemen sonra bir çırpıda “BM parametrelerini” yok sayan beyanlarda bulunuyordu.
Yine Berlin anlaşmasında, Anastasiades ile Akıncı, Guterres’in refakatinde “eski mutabakatları” kabul ettiklerini, 11 Şubat 2014’te Eroğlu ile Anastasiades’in imzaladığı anlaşmayı desteklediklerini beyan ediyorlardı.
Ankara, bu kazanımları “yok” saydı ve Berlin anlaşmasını unutturmak için elinden geleni ardına koymadı.
Sonrası malum…
Mumla aranan Tatar; sahnede yerini aldı ve neredeyse 6 yıldır, “Kıbrıs’ın kuzeyinin” ayrılıkçı bir “alt yönetim”den başka birşey olmadığını tüm dünyaya gösterdi.
Berlin’de yapılan anlaşma “beşli görüşme”yle çok daha ileriye taşınacak yerde, adeta mezara gömüldü.
Şimdiki “beşli” ise, 6 yıl sonra gerçekleşebilen içi boşaltılmış, “ahı gitmiş, vahı kalmış” bir “zevahiri kurtarma” çabasından başka bir şey değil.
Adı da “gayrıresmi…”
Bu toplantıda, Türk tarafının BM’de kabul gören kazanımlarının “konuşulabilmesi” bile mümkün değil…
O halde geriye ne kalıyor?
Kocaman bir show…
Bu “yarıbuçuk” buluşmayla BM Genel Sekreteri, 6 yıl önceki sözünü “yarım yamalak” da olsa, tutmuş oluyor, Türkiye ile Yunanistan aralarındaki “yumuşamayı” teyit etme fırsatı yakalıyor, Rum lider dünya kamuoyuna “çözüm yandaşlığını” gösteriyor…
Peki ya biz?
BM’nin defterine yazdırabildiğimiz ne var?
Bir tek şey:
Bay Tatar’ın dediği ve onur duyduğu gibi “ortak zemin yok…” saptaması.
Ha bir de “Fidan’ın yanında oturmak”
İşte en büyük kazanım…