Uzun sayılabilecek bir aradan sonra Kıbrıs konusu BM Genel Sekreterinin çabaları ile yeniden masaya yatırıldı. Taraflar arasında müzakere masasına oturabilmek için ortak zeminin olmadığının türküsünü söyleyerek oturulan ve olumlu bir sonuç alınamayacağı bilinerek Cenevre’de masaya oturuluyordu. Bu nedenle ileriye yönelik önerilerin iyi niyet çerçevesinde yapılması gereken örneğin mezarlıkların bakımı konusunun damgasını vurduğunu kaydetmek olasıdır. Bir önceki toplantıda yeni sınır kapılarının açılması kararı konusunda arpanın boyu kadar bile yol alınmadığının biliniyor olması çözüm veya uzlaşı konusundan ne kadar yakın veya uzak olduğunun da göstergesi oluyor.  Gelinen bu aşamada Kıbrıs’ın Yunan olduğunu söyleyebilmek tarihi bilmemek oluyor.  

Bizler Kıbrıs konusunu konuşmuyorken İsrail arkasına aldığı İngiltere ve Amerika’ya güvenerek Filistinlilere saldırıyor. Adı geçen ülkeyi durduracak gücün olmadığı savı ile saldırılara devam ettiğini görüyoruz. Bombardımanlar sonrasında yıkılan binaların enkazı altında ölenlerin sayısı bilinmezken başta çocuklar ve kadınlar olmak üzere 50 binin üzerinde Filistinlinin öldürüldüğü açıklanıyor. Kıbrıs konusunun çözümü konusunda inisiyatif kullanamayan BM aynı şekilde İsrail saldırıları konusunda tutumunu net olarak ortalıklara koyma konusunda olanları izlemekle yetiniyor olması adı geçen kurumuma olan güveni sarsıyor.  

Bugüne değin Kıbrıs konusunun konuşulmadık yönünün kalmadığı biliniyor. Buna karşın var olan durumun kabul edilmesinin en mantıklı çözüm olacağının bilinmesini gerekli kılıyor. Kıbrıs konusunda gömlek düğmelerinin yanlış iliklenmesi bir yana karşımızdaki unsurun 186 sayılı BMGK’nin kararında ısrar ediliyor olması adada çözümün önünde engel olmayı sürgit edecektir. Bu noktada tarafların içten davranarak masaya oturmalarını gerekli kılıyor. Bu yönlü bakış açısının değiştirilmemesi halinde Kıbrıs konusunun aradan geçen süre kadar daha askıda kalmayı sürgit edeceğinin bilinmesi gerekmektedir. 

Burada yanıtının verilmesi gereken soru adada Türklerle Rumların yan yana iki komşu devlet olarak yaşayıp yaşamamayı isteyip istemedikleridir. Çözüm tarafların bu soruya olumlu ve içten yanıt vermelerine bağlıdır. Aksi halde konuyu çözebilmek için yollara düşülüp kalınır.  

19 Şubat 1959 tarihinde Zürih’te eksiklikleri de olsa çözüme ulaşmak olanaklı olmayacaktır. O günün koşullarında imzalanan antlaşmaları günümüzde imzalamak veya böyle bir antlaşmaya imza atmak günün koşullarında iki bölgeli iki devletli BM ilke kararlarının da iflas ettiği noktada adada var olan iki devletli yapıyı kabul etmek gerekiyor mu ne…  

SEVGİ ile kalınız… 

Bayramınızın Şeker tadında geçmesi dileklerimle iyi bayramlar…