Ulu Önder Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri çok sağlam atılmıştı.  Bandırma Vapuru ile başlayan yolculuk, Kurtuluş Savaşı ile bitti ve 29 Ekim 1923 günü de Türkiye Cumhuriyeti ilan edildi.
            Bu günün anısına TRT’nin yapmış olduğu belgesel filmi izlerken, daha da etkilendiğimi anladım.  Kalıplaşmış ve tekdüze bir program veya tekdüze yazıları sevmiyorum nedense.  Lakin Takin Akmandor’un anlatıları ile hayat bulan belgeselde, Batuhan gibi çocuk aktörlerle renkli ve anlamlı görüntülere tanık olduk.  Bu tür belgeseller herhalde daha akılda kalıcı ve daha bir etkileyicidir, diye düşünüyorum, böyle anlamlı gün veya günleri anarken izlemek.
            Her zaman kullanılan bir ifade vardır.  Özellikle Öğretmenler Günü’nde.
            “En büyük öğretmen Atatürk’tür” ifadesi.
            Gerçekten en büyük öğretmen Atatürk değil mi?
            Onun hayatında binlerce anekdot vardır.  O anekdotlar, tematik yapıyı zenginleştirir.  Veya bir senaryo yazılımını.
            10 Kasım 1938’den sonra doğan her Türk insanı, artık Atatürk’ü, resim ve anlatılarla anlamlı günlerde tanımışlardır.  Atatürk’le ilgili yapılan belgesel filmler ve basılan kitaplar, gereçekten Atatürk yaşıyormuş gibi hayat buluyor o çalışmalarda.
            Mesela İstanbul ve Ankara’da bazı üç boyutlu filmler, “görsel müze” olarak insanların hayatlarına girince, daha bir gerçekçi duygularla Atatürk’ü ve Türk tarihini anlama şansını elde ediyorlar.
            Ünlü gazeteci ve yazar Yılmaz Özdil’in Atatürk’ü anlatan kitapları, müthiş bir çalışmanın ürünüdürler.  Özdil’in çalışması, Atatürk’ün en özel çalışmalarına ve hayatının kesitlerini anekdotlara dayanır.
            Evvela kişinin yüreğinde Atatürk sevgisi olmalıdır.  Özellikle bu çalışmayı yapan ve yapacak olanlarda.  Yayın hayatında pek çok kitap yazılmış ve çizilmiştir Atatürk’le ilgili.
            Ulu Önder Atatürk’ün attığı her adımın, bir toplantıdaki varlığı çok anlamlıydı ve etkileyicidir.
            Ata’nın latin harflarını hayatımıza sokması ve eski harflerden bizi ve gelecek nesilleri kurtarması, yazın ve öğrenim hayatında bir milattır.  Latin harflerine geçişi belki bazı kişilerce yadırganmıştır.  Ama O, hiç etraftan gelen çatlak seslere kulak vermedi ve karatahtanın önüne geçerek Latin alfabesini halkına öğretti.
            Kıyafet devrimi de çok önemliydi.  Onun kafasındaki Türkiye, başı açık ve çağdaş kadınlarla batıya açılmaktı.  Nitekim hayatı boyunca bütün dünya yeniliklerini halkının gözlerinin önüne sermiştir.
            Bir vakit Ata’yı, manevi kızı ile oynarken, bir vakit traktör üstünde çiftçiye örnek olurken, bir vakit havacılara yürek verirken görüntülenmiş olarak gördük.
            29 Ekim Cumhuriyet Bayramı nedeni ile yayınlanmış nice belgeseller vardır.  Nitekim o belgeselleri senaryolaşmış haliyle Tekin Akmandor’un ses ve görüntüsünden izledik.
            Mesela bir çoban çocuğun yanına gitmesi ve ona adını sorması anekdotu vardır.
            Atatürk sanki bir yabancı gibi o çoban çocuğuna yaklaşarak gideceği bir yeri soruyor.  O da tarif ediyor. Maksadı çocuğu konuşturmak. Bir ara çocuğa okula gidip gitmediğini sorar.  O da gitmediğini söyler.  Sonra adını sorar.  Çocuk “Mustafa” deyince, Atatürk şöyle yanıtlar:
            “Benim adım da Mustafa ama benim bir de Kemal’liğim vardır” deyince çocuğun gözleri fal taşı gibi açılır.  Hemen şapkasını çıkarıp onun elini öper.
            “İlkten neden söylemediniz Paşam?”  O an çocuk anlamıştır karşısındaki kişinin Atatürk olduğunu.
            Atatürk yanındakilere talimat veriyor:
            “Bu çocuğu alın ve Ankara’da bir yatılı okula kaydedin.  Çok zeki ve çalışkan olduğu belli.”
            Ata’nın bu ve bunun gibi yüzlerce anekdotu vardır.
            29 Ekim günü insanların Anıtkabir’e akın etmeleri ve orasını mahşeri bir kalabalıkla doldurmaları, Türkiye’nin sağlam temeller üstünde olduğunu gösterir.  Atatürk sevgisi nesilden nesile aktarılan ve aktarıldıkça büyüyen bir sevgidir.
            Ne mutlu ki bize, bir Türk olarak bu dünyada varız ve Atatürk gibi bir kurtarıcımız vardır.