Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 40. Yıl dönümünde mutluyuz gururluyuz. Kıbrıs Türk halkı, çok zor koşullar altında verdiği destansı mücadelesiyle bugünlere gelmiştir. Bunu hiç ama hiç unutmayalım. Temellerinde kahraman Mehmetçiklerimizin canı ve kanı olan KKTC anavatanımız Türkiye’nin desteğinde ilelebet yaşayacak ve tanınması sağlanacaktır.
Kıbrıs Türk Halkı; Rum-Yunan ikilisinin Megali-İdea hayallerine karşı, anavatanımız Türkiye’nin desteğinde  yıllarca verdiği mücadelenin sonunda 15 Kasım 1983’te Kıbrıs Türk Federe Devleti Meclisinin oy birliği ile aldığı kararın ardından Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf R. Denktaş Kuzey Kıbrıs Türk Devletini ilan etmiştir.
Ama ne yazık ki; dünden bugüne büyük güçlerin yaptığı baskıların bir sonucu olarak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni anavatanımız  Türkiye’den başka tanıyan olmamıştır. Gelinen noktada maalesef  dünya kamuoyu ve büyük güçler  Kıbrıs Türk halkının siyasi iradesine ve Self-Determinasyon hakkına  saygı göstermemektedir. Hak ve Adaletin savunucusu durumunda olması gereken Birleşmiş Milletler (BM),  aksine dünden bugüne Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin tanınmaması yönünde kararlar alması yanında günümüzde de GKRY’ni, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanımaya devam etmektedir.
BM Güvenlik Konseyi’nin bu kararlı tutumu karşısında Kıbrıs Türk halkına düşen görev  KKTC’nin  tanınmasına giden yolda   mücadelesine devam etmektir.
Geriye dönüp baktığımız zaman 15 Kasım 1983 tarihinde bağımsız ve egemen devletimiz  KKTC’nin ilanına  en fazla tepki gösteren Yunanistan ve GKRY  yanında   İngiltere olmuştu. Nitekim konu devletlerin girişimlerinin ardından 17 Kasım  1983 tarihinde yeniden toplanan  BM Güvenlik Konseyi aldığı 18 Kasım 1983 tarih ve 541 sayılı  kararında  KKTC’nin bağımsızlık ilanı “Hukuken Geçersiz” sayılıp geri alınması,  BM Güvenlik Konseyi’nin 365 ve 367 sayılı kararlarının uygulanması, tarafların  Kıbrıs Cumhuriyeti’nin  egemenliğine, bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne saygı göstermesini ve nihayet “Bütün devletlerden”,  Kıbrıs Cumhuriyetinden  başka  bir devleti tanımamaları istenmiştir. Ne yazık ki;  BM Güvenlik Konseyinin  541 sayılı kararı, 29 Mart 1984’te  tarihinde Avrupa Ekonomik Topluluğu tarafından da aynen kabul edilmiştir!.
Devletler Hukukunda; “Toprağı Bütün Egemen Bir Devletin, Self-Determinasyon Hakkının  Kullanılmasıyla Parçalanması” teşvik edilmemektedir. Ancak, Kıbrıs’ta durum farklıdır. Kıbrıs sorununa taraf olan İngiltere, Türkiye ve Yunanistan yanında  Kıbrıs  Türk Halkının Lideri Dr. Fazıl Küçük ve Rum Halkı  lideri Makarios  tarafından da imzalanan 19 Şubat  1959 Zürih ve Londra Antlaşmalarıyla öngörülen koşullarla uluslararası  camiaya iki uluslu bir devlet olarak katılmıştır.
Rum Toplumu, Yunanistan desteğinde  gerçekleştirdiği  21 Aralık 1963 Kanlı Noel saldırılarıyla birlikte  Kıbrıs Türk halkını ve onun temsilcilerini 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Devletinden ve hükümetinden dışlayarak; yapılan bu anlaşmalara ve 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti  Anayasasına ters olarak yeni bir ulusal devlet yaratma girişiminde bulunmuştur.
Ankara Üniversitesi  Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. A. Füsun Arsava, “Kıbrıs Sorununun Uluslararası Hukuk Açısından  Değerlendirilmesi” başlıklı Bildirisinin 48. Sayfasında bu konuda şöyle diyor:  “Rum toplumu ulusal devlet yaratma girişimine başlamış, genel iradenin hakim toplum olarak Rumlar tarafından belirleneceğini ve Türk toplumunun en fazlasından ‘azınlık’ olarak mütalaa edilebileceğini iddia etmiştir.  Birleştirici bir unsur olan birlikte belirleme hakkının terkedilmesi, çoğunluk prensibinin benimsenmesi, iki uluslu bir devletin ulusal bir devlete dönüştürülmesi sonucunu doğurur” demektedir.
Yine Prof. Dr. A. Füsun Arsava, “Kıbrıs Türk toplumunun anayasada öngörülen anlaşmayla teminat altına alınan birlikte  belirleme hakkından soyutlanması, onların bir Federal Devlet oluşturulması beklentisiyle self-determinasyon hakkına istinaden önce bir Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin ilanına, arkasından 15 Kasım 1983’te  bağımsız Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devleti’nin ilanına zemin hazırlamıştır” diyor..
Yine sayın Arsava, “Self-determinasyon  hakkı, egemen ve bağımsız bir  devleti parçalamak için kullanılamaz. Ancak, BM Genel Kurulunun 1970 tarih ve 2625 (XXV) sayılı kararında belirtildiği gibi insan haklarına saygılı, genel iradede tüm halkın hakça temsilini temin eden bir devleti yıkmak veya parçalamak için  kullanılamayan bu hak, bu ilkeleri çiğneyen  otoriteye karşı rahatlıkla kullanılabilir” diyor.
16 Ağustos 1960’da kuruluşu ilan edilen Kıbrıs Cumhuriyeti Devletinin anayasasının  ve Garanti Antlaşmasının ihlali ile 1960 Kıbrıs Cumhuriyetinin  sonunu hazırlayan  Kıbrıs Rum liderliğidir. Bir devlet siyasi ve  tarihi bir olgu olarak mevcut ise, onun  tanınmaması, onun devlet olma niteliğini ortadan kaldırmamaktadır.  Bir çocuk doğmuştur. Kıbrıs ikiye bölünmüştür. İki devletin egemenlik alanları ayrılmıştır. İki bölge  ve iki devlet ortaya çıkmıştır. Çözüm bu gerçeklerde aranmalıdır.
Özetle, Uluslararası Hukuk Uzmanları Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin resmen tanınması gerektiğini söylemektedir. Uluslararası hukuk alanında KKTC’nin neden  tanınması gerektiğinin yabancı diplomatlara belgeleriyle anlatmamız gerekmektedir. 
Bağımsız ve egemen devletimiz Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin tanınmasını dünden bugüne engelleyen BM Güvenlik Konseyinin 4 Mart 1964 tarih ve 186 sayılı kararı iptal edilmelidir. BM Güvenlik Konseyi’nin “KKTC’nin tanınmaması” yönündeki kararı, bir baskı unsuru olmakta ve de egemenlikten doğan serbest irade  kullanma hakkını kısıtlamaktadır. Egemen bir devlet; yeni kurulan bir devleti tanıma veya tanımama konusunda iradesini serbest kullanabilmelidir. BM , KKTC’nin tanınmasını  engellerken aldığı kararın  uluslararası hukuka  aykırı olduğu izah edilmelidir.
Üzerinde durulması gereken diğer bir konu da; “KKTC’nin Tanınmaması” için diğer devletlere yapılan çağrıdır.  Herhangi bir devlet, yeni kurulan bir devleti tanıma veya tanımama  konusunda iradesini serbest kullanabilmelidir. BMGK’nin “KKTC’nin Tanınmaması” yönündeki kararı bir baskı unsuru olmakta ve egemenlikten doğan serbest irade kullanma hakkını kısıtlamaktadır.  Bu konuda Hukukçu Ergin Ulunay’ın ortaya koyduğu hukuki yorum şöyledir:
“Bilindiği gibi 19 Şubat 1959 tarihli  Londra Antlaşmasını Kıbrıs Türk Toplumu, Kıbrıs Rum Toplumu, Türkiye, İngiltere ve Yunanistan imzalamıştır.  Kıbrıs Türk Toplumu ile Kıbrıs Rum Toplumunun 1960 Anayasası altında ortaklık statüsü vardır. Dolayısıyla Kıbrıs Türk Toplumu  Kıbrıs Cumhuriyeti’ni oluşturan iki halktan birisidir.  Nitekim, BM Genel Kurulunun 3212 sayılı ve 1 Kasım 1974 tarihli kararının 3. Maddesinde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Anayasal sisteminde Kıbrıs Türk Toplumunun ve Kıbrıs Rum Toplumunun var olduğu belirtilmiştir.  Kıbrıs Cumhuriyeti’nde  iki halk olduğunu BM Genel Kurulu tanımıştır. Bu nedenle Kıbrıs Türk Toplumu, devletlerarası hukukun öngördüğü , her halka tanınan “Self-determinasyon hakkına sahiptir”.
“BM Yasasına Uygun Olarak Devletler Arasındaki Dostane İlişkiler ve İşbirliği ile İlgili Devletler Hukuku Prensiplerini belirleyen 1970 tarihli BM Genel Kurulunun  Deklarasyonu”  da Halkların Eşitlik ve Self-determinasyon Haklarını” tanımıştır. Bu deklarasyona göre: “Tüm halklar self-determinasyon hakkına sahiptirler. Bu self-determinasyon hakkı ile halklar hiçbir  dış  müdahaleye uğramaksızın, politik statülerini serbestçe belirlemek hakkına ve serbestçe izlemek hakkına sahiptirler”.
15 Kasım 1983’te yukarıda belirtilen “Uluslararası Hukuk Enstrümanları” kapsamı içerisinde Kıbrıs Türk Halkı Devletler arası Hukuk normları ışığında self-determinasyon hakkını kullanmıştır. BM Güvenlik Konseyi, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ilanını geçersiz sayan 18 Kasım 1983 tarih ve 541 sayılı kararı ile BM  yasasını ve uluslararası bir çok Hukuk Enstrümanını ihlal etmiştir. Çok iyi bilinmelidir ki; BM Güvenlik Konseyi, Devletlerarası Hukuk  normlarına göre bir devlet olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti  varlığını ilelebet sürdürecektir.
BM Güvenlik Konseyi, 541 sayılı kararla KKTC’nin hukuki bakımdan  geçersiz olduğunu iddia etse de  İngiliz’in uluslararası hukuk uzmanı Profesör Elihu Lauterpacht , koya ilişkin verdiği yazılı mütalaada  Kıbrıslı Türklerin Rumların siyasi bakımdan “Eşit İki Toplum” oldukları hususunun altını çizerek  BM Güvenlik Konseyi’nin, dünyada barışı tehdit eden hareketlere karşı eylemde bulunmakla görevli olduğunu  ve bu tür  bir hukuki beyanatta bulunmasının  görev  çerçevesini aştığını belirtmiştir..
..Lauterpacht, ayni zamanda bu beyanatın  ve tutumun, haksız ve yanlış olduğunu da ifade etmiştir. Halbuki Güvenlik Konseyi, hukuki sorunların Adalet Divanı tarafından karara  bağlanmasını öngören görüşünü beyan etmiş  ve kendini yargı organı yerine  koyarak , usulde  ve esasta yanlış yapmıştır. Çünkü Güvenlik Konseyi, her şeyden önce bir yargı organı değildir. Ama yine de bu karar, KKTC’nin tanınmamasına ciddi bir etkisi olduğu söylenebilir. Kaynak: Soyalp Tamçelik, BM Güvenlik Konseyi’nin Kıbrıs’la İlgili Aldığı Bazı Kararların Özellikleri ve Analitik Değerlendirmesi (1964-1992), s.1252
Bu kararların ardından BM Güvenlik Konseyi, Türkiye’nin KKTC ile Büyükelçi teatisi ve KKTC’nin Maraş bölgesinin iskana açılacağına ilişkin beyanlarına tepki maksadıyla, 11 Mayıs 1984 tarihinde 550 sayılı kararı kabul etmiştir. Yine ayni kararında BM  Güvenlik Konseyi bu kararı ile KKTC’nin bağımsızlık ilanının geri alınmasını istediğini yenilemiştir.  Gerek Türkiye, gerekse KKTC yetkilileri, bağımsızlığın geri alınamayacağını  ve söz konusu BM Güvenlik Konseyi kararlarının kabul edilemeyeceğini belirtmişlerdir..
..Ayrıca Kıbrıslı Türklerin haklarını ve Kıbrıs’ın özel durumunu dikkate almayan bu gibi kararları, tarafları  ayrılığa ittiğini ve sorunun  çözümünü daha da güçleştirmekte olduğunu ifade etmişlerdir. Aslında bu yönü ile 541 ve 550 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararları, KKTC’nin yasal bir kuruluş olmadığını  ifade eden en ciddi kararlardır..
..Gerçek şu ki; pratikte KKTC’nin Türkiye dışında hiçbir devlet tarafından tanınmaması ciddi bir sorun olarak ortada durmaktadır. Gerçek şu ki bu durum , KKTC’nin teoride bağımsız bir devlet olma niteliğine yasal bir engel teşkil etmemektedir. Zira KKTC’ni tanımamaya yönelik 541/1983 ve 550/1984 sayılı kararlar, sadece  siyasi nitelikli kararlardır  ve yasal bağlayıcılığı yoktur.  Kaynak: Soyalp Tamçelik,  BM Güvenlik Konseyi’nin Kıbrıs’la İlgili Aldığı Bazı Kararların Özellikleri ve Analitik Değerlendirmesi (1964-1992)
Sonuç olarak; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, bağımsız ve egemen bir devlettir.  KKTC’ni diğer devletlerin tanıyıp tanımamalarına  bakılmaksızın devletlerarası hukukta ve uluslararası ilişkilerde bir devlet olarak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti vardır ve bir devlet olarak işlem görme hakkına da sahiptir.
Uluslararası Hukuk bağımsız ve egemen devletimiz  Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin tanınmasına engel değildir. Kıbrıs Türk Halkı, anavatanımız Türkiye’nin desteğinde  bağımsız ve egemen devletimiz Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini yaşatmak ve tanınmasını sağlamak azminde ve kararındadır.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Sen Çok Yaşa..