Hiçbir zaman huzur yüzü görmeyecek bir coğrafyada yaşıyoruz.
Bunun tek sebebi bu coğrafyada yaşayan insanları yönetenlerin cehaletten, rezaletten, sefaletten, felaketten beslenmesi ve insanların da bunlara rıza göstermesidir.
6 Şubat felaketi göstere göstere, bağıra bağıra, geliyorum diye diye geldi, 11 şehri ezdi geçti, milyonların hayatını mahvetti, yüzbinleri katletti, zerre zırnık ders alınmadı, kader dendi, Allah’ın takdiri dendi…
İnsanoğlu o kadar ahlaksız, namussuz ve vicdansızdır ki kendi hatalarını, kendi suçlarını değil rahat rahat başkalarının üzerine yıkmak, Tanrı’nın bile üzerine yıkabiliyor…
Türkiye’de yirmi milyondan biraz fazla yapı stoğu var, bunların yarısından fazlası akla hayale gelmeyecek sahtekarlıklarla yapılmış, en ufak bir depremde rahatlıkla yıkılabilecek durumdalar.
6 Şubat felaketinde gördük ki akılla, bilimle, kanunla, kuralla ve denetlenerek yapılan tüm yapılar ayakta kalmış, ahlaksızlıkla, sahtekarlıkla, kanun kural tanımadan yapılan tüm ucubeler de toplu mezarlara, katliam çukurlarına dönüşmüş…
Günün sonunda şu anda Türkiye, bu kez batı tarafında, İstanbul bölgesini vuracak ve şiddeti yine 7 cıvarında olacak bir deprem bekliyor, ancak bırakın tedbir almak için uğraşmayı, herkes koltuk derdine düşmüş, herkes akıl tutulmasına uğramış, herkes güç zehirlenmesine uğramış.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen İmamoğlu, İstanbul’u bekleyen deprem tehlikesini unutmuş, Cumhurbaşkanı olacağım diye yollara düşmüş, günün sonunda Dimyat’a pirince gideceğim diye evdeki bulgurdan da olmuş…
1999 depremlerinin yıkıcı etkilerini görmüş, ama en yıkıcısı olanı da daha iki sene önce kendi iktidarı döneminde yaşamış olan AKP iktidarı, bağıra bağıra gelen felaket için devlet olarak bir an önce tedbirler alacağına, yıkımın yaralarını hafifletmek için göstermelik değil, kalıcı adımlar atacağına, yine işi kadere, Tanrı’ya yıkmış, gündemi sansasyonel olaylarla meşgul ediyor.
Fazla geriye gitmeye gerek yok, hiç gerek yokken mezuniyet töreni sonunda kendi aralarında toplanıp da Atatürk’ün askerleriyiz diyen, Cumhuriyet’e ve Atatürk’e bağlılık yemini eden yeni mezun teğmenler linç edildiler, ordudan atıldılar…Son kırk yılda en az 40 bin asker ve 10 bin sivilin katledilmesinde başrolü oynayan, emperyalizmin baş uşaklarından biri olan ve tarihin gelmiş geçmiş en eli kanlı teröristlerinden biri olan Apoş bir anda AKP-MHP ikilisinin ve koltuk değnekleri DEM partinin ayak oyunlarıyla barış havarisi ilan edildi, TSK tarafından bir sıkımlık canı bırakılmış PKK için yeniden nefes alacak alan yaratıldı…Suriye’de, hemen yanıbaşımızda, tarihin gördüğü en eli kanlı, en vahşi sapıklardan oluşan ve başta Amerika, Fransa ve İngiltere’nin desteklediği, adına HTŞ denen çapulcular sürüsü, ki bunların üyeleri Türk askerlerini de çatır çatır yakarak dünyaya servis ettiler, bir terör devleti kurdu…Ali Yerlikaya’nın İçişleri Bakanı olmasıyla birlikte başlatılan iç güvenlik operasyonlarında anlaşıldı ki ülkenin her köşesini terör örgütleri ve suç çeteleri sarmış, onlarca milyon kaçak silah ortalıkta dolaşıyor, uyuşturucu ve terör çeteleri ülkenin her köşesinde yerleşmiş durumda…Sefalet, geçim derdi ve envai tür siyasi rezalet her tarafı sarmış durumda, halinden memnun olan bir tek ülkenin her köşesine çöreklenmiş olan tarikatlar ve cemaatlardır…İktidara muhalefet eden muhalif partilerin başkanları, başta Ümit Özdağ, sonra da CHPli belediye başkanları ve en sonunda da iktidarın “turpun büyüğü” dediği Ekrem İmamoğlu hapse tıkıldılar…Arkasından da Türkiye’nin hemen her yerinde, başta İstanbul, İzmir ve Ankara olmak üzere, yüzbinlerce insan sokağa döküldü, iktidarı protesto etmeye başladı, 15 milyon insan da tepkisini ortaya koymak için sandığa gidip, temsili olarak İmamoğlu’nu Cumhurbaşkanı adayı ilan etti…Bu arada, zaten çökmüş olan ekonomi, son ve ölümcül bir darbe daha aldı, 20 milyar dolar sıcak para bir anda buhar oldu, uçtu gitti, yurt dışına geri kaçtı, patlayan döviz kurunu dizginlemek için de devletin kasasından 32 milyar dolar satış yapıldı, bir anda bütün mal ve hizmetlere zam yapıldı, enflasyon tavan yaptı, yoksulluk daha da derinleşti…Muhtemelen sürecin böyle işleyeceğini önceden bilen birileri de önceden gerekli yatırımları yapıp, dehşetli bir vurgunla zenginliğine zenginlik kattı…
Neticede, yüzbinlerin, hatta milyonların sokağa çıkmasının, aslında İmamoğlu sevgisi ile bir alakası filan yok, İmamoğlu olayı mevcut iktidarın uygulamalarına karşı kitlesel tepki oluşması için sadece bir bahane oluşturdu, hepsi o kadar.
İktidar tayfası sokağa çıkanlara terörist yakıştırması yaptı ama bu da fena halde ters tepti, tepki koyan 15 milyon vatandaşa, özellikle de gelecek kaygısı taşıyan gençlere terörist dersen, film ortadan kopar...
Eskiden bizim yüzde ellimiz diyorlardı, şimdi karşı tarafta olan yüzde elliye terörist diyorlar ve bu gidişatın Türkiye’ye bir hayrı dokunacağını, her şeyden önce, iktidarın ömrünü uzatmaya yarayacağını filan sanıyorlar…
Türkiye’de artık 23 yıllık AKP iktidarı sonuna gelmiştir, bugün bir erken genel seçim yapılsa, iktidarın yerle bir olacağı kesindir, bunu bildikleri için de son bir gayretle ellerindeki tüm devlet imkanlarıyla muhalefeti bastırmaya uğraşmaktadırlar.
Kanserin iki türü vardır, biri vücudun doğal yapısına karşı gelişen halidir, öteki de geliştikçe farkında olmadan kendi kendisini de tüketen halidir…
Şu anda iktidarın durumu, güç zehirlenmesine ve akıl tutulmasına uğrayarak, siyasi kansere dönüşmüş bir yapıdadır, yani siyaseten kanserdir…
Muhalefet de vücut olarak, kanserin artık kendilerini de parça parça yiyip bitirmeye başladığını fark ettiği andan itibaren, karşı direnç göstermeye çabalamaktadır.
Bu süreçte, her iki taraf da feci şekilde yıpranmış çıkacak, kanser kazansa da günün sonunda süreç kanserin kendi kendisini de yok edeği bir ölümle bitecek…
Sürecin sonunda muhalefet kazanırsa, yaşadığı savaşın etkilerini üzerinden uzun süre atamayacak, belki de sırf bu yüzden Türkiye hiçbir zaman normalleşemeyecek, son yirmi yılın yeniden yaşanmaması için belki de çok abartılı tedbirler alınacak, at iziyle it izi yine birbirine karıştırılacak…
Türkiye’nin içte yaşadığı en büyük sorun siyasi istikrarsızlık, kontrolsüz mülteci işgali, PKK ve cihatçı çapulcuların çetelerinin sebep olduğu terör, tarikat-cemaat çetelerinin her köşeyi tutması ve ekonomik sorunlardır, ama dışta da hemen yanı başında ayak bağı olan iki büyük ve tehlikeli sorun vardır; biri Kıbrıs sorunudur, diğeri de PKK uzantıları ve cihatçı terör örgütlerinin ele geçirdiği ve terörizmle teröristlerin meşrulaştırıldığı Suriye sorunudur, ki Suriye sorunu şu anda Kıbrıs sorununun çok çok ötesindedir.
Ortadoğu ve Afrika’da, özellikle de Suriye’de milyonları katletmiş kanlı katillerin pozisyonu şu anda meşrulaştırılmıştır ve bunlar Suriye vatandaşı olarak pasaport alıp, ellerini kollarını sallaya sallaya turist, öğrenci, iş insanı vesaire pozisyonları altında Türkiye’ye de Kıbrıs’a da girebilirler…
Şu anda gerek Türkiye’nin gerekse bizim karşı karşıya olduğumuz güvenlik sorunu tahminimizin çok çok ötesindedir ve özellikle KKTC’ye farklı kimlikler altında girenlerin yarattığı sorunlara çok daha fazlasının eklenmesi potansiyeli vardır…
Rum tarafı da bunun farkındadır ve Kıbrıs Türklerinin olası bir anlaşma senaryosunda yukardaki durumları göz önüne alacağını ve Avrupa Birliği güvencesi altına girebilmek ve Türkiye’deki iktidarın elinden kurtulabilmek için, zararına da olsa, iki taraf arasında bir anlaşmaya tamam diyeceğini hesaplamaktadır.
İşte bu şartlar altında başlatılan Kıbrıs görüşmelerinde tarafların pozisyonları gerçekten çok çok farklıdır, bir taraf kazanımlarını en üst düzeye çıkarmış, arkasına dünyanın en güçlü devletlerini almış ve kendine son derece güvenmektedir, diğer taraf ise 1960 anlaşmaları haricinde, masada elinde koz olarak hiçbir şeyi olmayan, doğal hakkını bile aramaktan aciz bir pozisyondadır…
Daha dün Suriye’de kafasına on milyon dolar ödül konmuş eli kanlı katilin elini gidip sıkan, onu ve çapulcularını devlet olarak meşrulaştıran Rum tarafına ve diğerlerine bizim taraf şunu deseydi, bizim tarafın zerre kadar da olsa devlet ve millet yönetme kapasitesi olduğuna inanacaktım: “Beyler, daha düne kadar terörist dediğiniz, kafalarına ödül koyduğunuz, insanlık tarihinin gördüğü en vahşi çapulcuları bir anda devlet olarak kabul ettiniz, tanıdınız da, BM kararlarıyla varlığını, meşru haklarını kabul ettiğiniz Kıbrıs Türkünü ve yasalarla kurulmuş devletini ve demokratik yöntemlerle seçilmiş hükümetini 50 senedir niye tanımamak için ısrar ediyorsunuz, niye tanımıyorsunuz!!!”
Ama ne iktidar, ne de muhalefet olarak demediler, diyemediler!
İşte bizi bu yüzden kimse adam yerine koymuyor, koymayacak da, netice itibarıyle biz birbirimizi yerken Sevr yüz yıl sonra bölgemizde adım adım gerçekleştiriliyor, coğrafyamız yeniden dizayn ediliyor…
Beyler, zaten olmayan aklınızla akıl tutulmasına uğradınız, Türkiye Cumhuriyeti kurulurken “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir!” sözünü unuttunuz, güç zehirlenmesine uğradınız, ama bu arada rakipler ve düşmanlar da boş durmuyor, altınızı fena halde oyuyor, bu gidişatta kaçacak hiçbir yeriniz yoktur, bugün dünya çok ama çok küçüktür…
Ya aklın yoluna dönersiniz, ya da yukarda açıklamasını yaptığım kanser sizi, bizi, hepimizi yer bitirir…