Bugüne kadar Türkiye’nin gelmiş geçmiş bütün partileri arasında olagelen kavgaya hep tanık olmuşuzdur.  Gerek meclisteki çekişmeleri, gerek basında ve gerekse seçim meydanlarındaki çekişmeleri hep gözlerimizin önünde olmuştur.

Bu siyasi kavgalar gerçekten bizleri üzmektedir.  En önemlisi onların kavga ve zıtlıklarına bizlerin yorum yapma veya birini kayırma, ötekini de yere vurma lüksümüz olamaz.  Çünkü biz, Yavruvatan’ız.  Kıbrıs,  onlar için de özel ve milli bir davadır.  İktidarı ile muhalefeti ile. Hani bir söz vardır.  “Türkiye grip olur, biz burada ansırmaya başlarız” diye bir söz.  Bu tür siyasi zıtlaşmalar, doğal afetler, kadın cinayetleri, trafik kaosu hep bizi üzer.

Geçmişte gerek Dr. Küçük’le, gerekse Denktaş’la çalıştığım zamanlarda Türkiye partilerinin kavgaları için bana şöyle derlerdi:

“Türkiye’deki siyasi partiler, iktidar olsun, muhalefet olsun, biz Kıbrıs Türklerinin onların kavgalarına taraf olma lüksümüz yoktur ve olamaz da.  Onun için bütün siyasi partilere saygılı ve aynı mesafede olmalıyız” derlerdi.

Ulusal Lider Dr. Küçük bana yazdırdığı anılarında bir hususa temas eder:

“Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduğunda Adnan Menderes ve Celal Bayar’a olan saygımızdan ötürü Kız Lisesi’nin adını Adnan Menderes, Erkek Lisesi’nin adını da Celal Bayar Erkek Lisesi Koymuştuk.  27 Mayıs darbesi olduğunda o zamanın darbecileri Adnan Menderes’le Celal Bayar’ı tutuklamışlar ve Yassıada’ya göndermişlerdi.  Onlara ilaveten Dışişleri Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ı da tutuklayarak Yassıada’ya götürmüşlerdi.  Sudan nedenlerle Celal Bayar dışındaki siyasiler asılınca çok üzülmüştük.  Çünkü Adnan Menderes’le Fatin Rüştü Zorlu, bize TMT’nin silahlarını  gönderiyorlardı balıkçı tekneleri ile.  Hani bizim “Bereketçiler” dediğimiz Erenköy balıkçıları.

İşte o süreçte darbeciler bize kötü kötü bakmaya ve kötü muamele etmeye başlamışlardı.  Gerçekte bize cephe almışlardı. Okulların simlerini Anavatan ve o siyasilere jest olsun diye koymuştuk.  Ama çark dönmüştü.   Ne yapmışsak darbecilerin gönüllerini alamamıştık.  Sonunda o okulların isimlerini yeniden değiştirerek eski isimlerini koymuştuk.  Ondan sonra bize sıcak bakmaya başlamışlardı.  Yani o zor günleri öyle atlattık.”

Şimdi Türkiye’de siyasi depremler oluyor.  Bakıyoruz ve tek bir kelime etmiyoruz.  Yani kendimizde o hakkı görmüyoruz.  Çünkü Anavatan’ımız grip olmuş, bizler de ansırmaya başladık, üzüntümüzden.  Bu tür kavgaları ve siyasi depremleri çok gördük ve gelmiş geçmiş siyasilerimiz de hiçbirine taraf olmadılar.  Çünkü tümü de, sağcısı, solcusu, sosyal demokratı çok kıymetli politikacılardır.

Hani ağzımız sütten yanınca yoğurdu üfleyerek yemeye başladık deriz ya.  Bizim durumumuz da öyle.

Elbet Türk halkı bu siyaset tablosunu kendi vicdanında yargılayacak ve haklı ile haksızı ayıracaktır.

Siyasiler kavga eder ve günü gelince de sarmaş dolaş olurlar.  Öyle olması gerekmez mi?

Bu gibi siyasi zıtlıklar hemen hemen her ülkede vardır.  Özellikle Arap ülkelerinde daha çok olur.  Onların darbeleri, idamla sonlanır hatta.

İdam edilen eski devlet başkanlarını çok gördük.  Veya siyasetçileri.  Hatta Muhalefet başkanları.

Gördük, düşündük ve üzüldük.

İşte siyaset öyle bir nankör meslektir.

Siyasette hiçbir şey güllük gülistanlık değildir.  Ne de sütlimandır.  Bunu böyle kabul ederek yaşamak da hayli zordur.

Bazı ülkelerde iktidarın düdüğünü çalamazsan, bir baltaya sap olamazsın.  Gün gelir o iktidar değişir ve muhalefet iktidara geçince siz de yine sap gibi ortada kalırsınız.

Bazı seçmenler vardır...  Hiç renklerini belli etmezler.  Hep suskun kalırlar.  Sandık başına da gidince kendi kararını sandığa yansıtırlar.

Bir kısım seçmen de vardır ki hem iktidar tarafında, hem muhalefet tarafında üstlendikleri siyasi misyonlarını ölümüne savunurlar.

Gerçek olan odur ki, Türkiye’deki bu siyasi çatışmalar tatlıya bağlansın ve ülkede huzur çanları çalsın.  Gönül işte bunu özlüyor.

Kısacası bunlar bizim kederlerimizdir.  Huzur açısından...