Henüz olgun çağa girmeden bir sorun haline gelen kız çocuklarının başörtüsü meselesi bayağı insanı düşündürüyor.  Ta Kenan Evren ve Turgut Özal zamanından başlayan başörtüsü meselesi, nesilden nesile yayılan bir sorun oldu.

            Hatırlıyorum...  Kenan Evren darbesi sonrasında, Kenan Evren’in Cumhurbaşkanlığı döneminde yumak gibi kız çocuklarının başlarının örtünmesine göz yumulmuş, hatta “kız çocukları başlarını örtebilir” mealinde yorumlar yapmıştı.

            Ondan sonra yine bir sorun haline gelmişti başörtüsü.

            Özellikle üniversiteli başörtülü kızların başlarının açık olması zorunluluğu getirilmişti.  Bu konuda pek çok çatışmalar oldu ve bazı kız talebeler üniversiteden vazgeçmişlerdi.

            Zaman zaman Türkiye gazetelerinde yine başörtüsü çatışması üzerine haberler yayınlanıyordu.  Üniversite günlerimde bir haber okumuştum...

            Başı örtülü bir bayan doktorun, ölümcül bir erkek hastayı muayene etmekten imtina etmesi nedeni ile o hastanın ölmesi, bayağı yorumlanmıştı.  Üniversitede eğitimim “Sahne Sanatları ve Dramatik Yazarlık” üzerineydi. Hocalarımız bize şöyle derlerdi:

            “Günlük hayattan veya gazetelerden dramatik durumlar yakalayıp bir oyun, bir roman ve bir senaryo yazabilirsiniz.”

            Ben de Türkiye gazetelerinden birinde yakaladığım bir konuyu hem oyun haline getirmiş, hem de romanını yazmıştım.  Ortam nedeniyle o oyunu veya romanı yayınlayamadım maalesef. Bu eserlerim, İstanbul’da bir fahişenin milletvekil olma kavgası üzerineydi.  Yani namusun örtünün altında değil, kafalarda olduğunu işlemiştim.  Mühiş eserler olduğuna inanıyorum.  Rahmetlik Tuncer Cücenoğlu bana şöyle demişti:

            “Osmancığım, sakın bu eserlerini yayınlama, başın derde girebilir.”

            Ne demek istediğini anlamıştım.  Halbuki o eserler tam bir gerçeği yansıtıyordu.

            Soruyor fahişe:  “Bir hayat kadını mı, yoksa rüşvet ve ihale yolsuzluklarına adı karışan bir milletvekili mi daha temizdir?”

            İşte bu sorunun cevabında nelerin gizli olduğu gerçeğini görebilirsiniz.

            Bir zamanlar İskan Dairesi’nde görev yaptığım günlerde şubetmedki bir memurun, baş örtülü eşi ile düğünü vardı.  Düğünlerine gidemediğim için bir hediye alıp evlerine gitmiştim.  O arkadaşımı tebrik edince eşinin de elini sıkmak istemiştim.  Eşi hemen elini çekmiş ve yüzüme bir tuhaf bakmıştı.  İşte aynı mesele...

            Bir keresinde de bir çift, Ağustos sıcağında yolda giderlerken, kılık kıyafetleri dikkatimi çekmişti.  Kadın o sıcakta topuklarına kadar yazlık bir manto giyiyor ve saçının bir teli görünmeyecek şekilde örtülüydü.  Yüzünden terler akıyordu. Adamsa, çok kısa bir şortla bir atlet giyiyordu.  Adamın ayaklarında yazlık terlikler vardı.  Bu durumu o günkü gazetemde köşemde yazmış ve başörtüsü ile açık başın tezatlarını anlatmıştım. Ertesi gün mailime dünya kadar protesto yazıları gelmişti.  Yani kafa meselesi ve Atatürk’ün kıyafet devrimi tezatları.

            Ben hala anlayamıyorum...  Koca Atatürk Kurtuluş Savaşından çıkarak özgür ve laik bir Tütkiye’yi yaratmış ve pek çok devrimler yapmıştı.  O devrimlerden birisi de kıyafet devrimiydi.

            Atatürk’ün kıyafet ve şapka devrimi harfi harfine uyulmuş ve örtülü kadınlar başlarını açarak modern ve çağdaş kıyafetlere bürünmüşlerdi.  Erkekler de fesi atıp fötr şapka gitmişlerdi.  Artık Atatürk’ün etrafında çağdaş erkek ve çağdaş kadınlar vardı.  Hala bugün Atatürk’ün modern Türk kadınları ile çektiği resmi yayınlanıyor.

            Bir de şu anımı buraya alayım dedim.

            Bundan sekiz on sene önce Kıbrıs Türk Basın Konseyi olarak İzmir’e gitmiştik.  O gidişte hem belediye başkanını, hem de İzmir Valisini ziyaret etmiştik.  O ziyarette İzmirde tek bir başı örtülü kadın görmemiştim.  Kadınlar hep modern kıyafetliydi.  Bu durum herhalde Türkiye gerçeğinde yöresel ve bölgesel ve yöresel kıyafetlerden kaynaklanıyordu.

            Baş açma kültürü bizde de gelişmişti.  Özellikle mücadele günlerimizde örtülü kadınlar tümden başlarını açmışlar ve çağdaş bir görünüme kavuşmuşlardı.

            Şimdi Eğitim Bakanı ile sendika arasındaki çatışma, baş örtülü çocukların okula alınmamasına ilişkindir.

            Eğitim Bakanı Çavuşoğlu Türkiye iktidarına rağmen “Hayır kız çocukları başlarını açarak okula gitmek zorundadır” deme lüksü olabilir mi?  Olamaz.  Bu durum da başka sorun.

            Rahmetlik Dr. Küçük’le çalıştığım günlerde onun yobaz diye tanımladığı aşırı ve fanatik dincilere büyük tepkisi olduğuna tanık olmuştum.  Hatta yobazlık üzerine kendi gazetesi Halkın Sesi’nde pek çok yazılar yazmıştı.  O da Kıbrıs’ta kadınların ve erekeklerin çağdaş bir kıyafetin ve çağdaş eğitimin şart olduğunu savunuyordu.  Denktaş bey de aynı görüşteydi.  Çağdaş Türk kadını, modern giyinmelidir derdi sohbetlerimizde.

            Şimdi gündemde olan kız çocuklarının başörtülü okula gitme meselesi tartışıladursun, harekat sonrasındaki demografik yapımızın nasıl değiştiğini görmemiz lazım.

            Sakın doğru yazdığım için beni dokuz köyden kovmayın.