Dr. Küçük aramızdan ayrılalı tam 41 yıl oldu. Onun siyasi hayatını irdelediğimizde Kıbrıs Türkü’nün geleceği için ne büyük fedakarlıklada bulunduğuna tanık oluruz.
Herhangi bir ülkede olduğu gibi, bizim şu minnacık adamızda da bir dava uğruna kendini mücadele platromuna atmış bir dava adamı olarak gördük sevgili Dr. Küçük’ü. Bir diğer deyişle bir mücadele sürecini yaşayan ve ölümüne bir kavga veren bir kişi, o zaman lider konumuna gelir. Dr. Küçük de bu davanın bayrağını açan, ölümüne mücadele veren gerçek bir liderdi.
Rumların ENOSİS hayalleri yavaştan yavaştan hortlarken, Dr. Küçük de İsviçre’den doktor olarak mezun olduktan sonra bunun farkına farmış ve bu davaya baş koymuştur.
Hani uyanış dediğimiz bir tarihin basamaklarında dolanmak gibi birşey...
Onun bu dava yolundaki kavgası, hep “birlik ve beraberlik” ilkesine dayanır. O ilke sayesinde kendi halkını şekillendirdi, yönetti ve sürükledi.
Londra ve Zürih Antlaşmaları, Kıbrıs sorununun en temelleridir. Lakin bundan önceki süreç, meydanlarda, köylerde ve sokaklarda verdiğimiz bir kavganın süreciydi. Kıbrıs Türkü’nün davası, birbirine ulanan zincirin halkaları gibi güçlü bağlar ve milliyetçilik ruhuyla beslenen bir süreçti. O süreçte bizim nesil de o zincirin halkalarından olmuştu.
Her zaman sorulan bir soru vardır. O soru da şudur:
“Türkiye’yi Kıbrıs davamızda nasıl ve ne zaman uyandırdık?”
İşte bu sorunun cevabı, Dr. Küçük ve arkadaşlarının heyetler halinde Ankara’nın kapılarını çaldığı girişim ve zorlamalarda gizlidir.
Bizler o dönemlerde lise talebeleriydik. Lefkoşa Kız Lisesi ile Lefkoşa Türk Erkek Lisesi talebeleri, bütün eylem ve nümayişlerin başını çekiyordu. Hatırlıyorum...
Dr. Küçük ve arkadaşlarının Ankara ziyaretleri sonrası Dr. Küçük’ün Sarayönü’nde yapmış olduğu ateşli konuşmalar ve attığımız ateşli sloganlar, boğazımızı yırtacak kadar güçlüydü. Ankara’ya gidiş ne kadar anlamlıysa, Ankara’dan dönüş de o kadar anlamlıydı.
Dr. Küçük konuşma yapmak üzere Atatürk Meydanı’na girdiğinde ateşli gençler Onu omuzlarına alır ve konuşma yapacağı yere kadar götürürlerdi. Köy gezilerinde de hep aynı olaylar yaşanırdı. Dr. Küçük ve ekibi bir köye gideceğinde köy yollarına mersin dalları serilirdi. Bu her köyde böyle oldu. O köy gezileri halkı uyandırmanın yöntemiydi.
Dr. Küçük’üm gırtlaktan gelen zorlayıcı bir sesi vardı. Yüzü hep kıpkırmızı olurdu konuşurken. Hatta bazı kelimeleri yutardı konuşmalarında. Bu da çabuk konuşmasından kaynaklanıyordu.
Nihayet Ankara uyanmıştı... Dr. Küçük başkanlığındaki heyetin Ankara kapılarını aşındırmaları bir milattı. O unutulmazlık içinde, bir de halkın gerçekten uyandırılmaya ihtiyacı vardı.
Hasbelkader zaman, beni Onun Özel Kalem görevine getirdi, memuriyet yıllarımda. Onunla tamına tamına on yıl masa başında, köy gezilerinde, mitinglerde, göçmen ziyaretlerinde, askeri erkan ve Kızılay ziyaretlerinde hep beraberdik.
Dr. Küçük’ün en zor yılları, 21 Aralık 1963’ten 1968 Nisan’ına kadar olan yıllardır. Yani Kurucu Başkan Rauf Denkteş adaya dönünceye kadar olan süreç.
Rumlar Kıbrıs Türklerini silah zoruyla Kıbrıs Cumhuriyeti’nden fırlatıp attıklarında binlerce insanımız göçmen durumuna düşmüştü. Ne para vardı, ne doktor, ne ilaç ne de habereleşme. Hatta hastanemiz dahi yoktu. Özel çalışan doktorlarımız kendi kliniklerini yaralılara açmışlardı. Tabii ki bizim önemli kurtarıcımız Kızılay ekibi olmuştu.
Papaz bütün telefonları kesmişti. İnsanlarımız yollardan toplanıyordu. Yollardan toplanan zavallı insanlarımız meçhul yerlerde katledilerek meçhul yerlere gömülüyorlardı. Şimdi bile üzerinden bunca zaman geçmesine rağmen, hala toprağın altından şehitlerimizin kemikleri çıkıyor.
Anımsadığım kadarı ile onun hatıralarını 1970’li yıllarda yazmaya başlamıştık. Eski harflerle yazdığı hatıralarını bana okuyarak temize çekiyor ve yazılanların redaksiyonunu yapıyordum. O hatıralar üç beş yıl kadar sürmüştü. 1973’te emekli olduğunda yazmış olduğum “hatıralar dosyasını” kendi ellerimle Dr. Küçük Müzesi’ndeki kasasına kilitlemiştim. Bir de Rauf Denktaş’la olan yazışmalarını kasaya koymuştum. Fakat ne kadar acıdır ki, Dr. Küçük hatıralarını bitirememişti.
Türkiye eski Cumhurbaşkanı Kenan Evren kendisini evinde ziyaret ettiğinde kendisine sormuştu:
“Sayın Küçük, hatıralarınız yazdınız mı?”
O da, “Henüz değil” demişti. Esasında hatıralarının büyük bir kısmını yazmıştı ama bitiremediği için Evren Paşa’ya o cevabı vermişti.
Dr. Küçük’ün bu kadarcık köşeme sığdıramam. Gerçekten o, büyük bir siyaset ve halk adamıydı. Herşeyi halkının mutluluğu için yapmıştı.
Onun ulusal davadaki misyonunu üstlenen Dr. Küçük Vakfı, gerçekten onun hatırasını yaşatmak için canla başla çalışıyor.
Bundan sonra değişen nesiller, o büyük lideri hep tarih kitaplarında ve kaleme alınan hatıralarda tanıyacaklardır.
Sevgili Dr. Küçük, sen çok büyük bir liderdin. Sen gittin, arkanda pek çok hatıra ve eserlerin kaldı. Rahat uyu Doktor’um. Vatan emin ellerdedir. Arkanda bıraktığın Cumhuriyet, artık kökleşmekte ve yeni ufuklara doğru yol almaktadır.
Ülkemizdeki olumsuzlukları gazeten Halkın Sesi’nde yayınladığın eleştiri yazılarının ne denli önemli ve anlamlı olduğunu gördü halkımız.
Kısacası, sen büyük adamdın. Mekanın cennet, yattığın yer nurlarla dolsun.