20 Temmuz kutlamalarındaki konuşmalarda, mücadelenin ve Kıbrıs Türk toplumunun çektiği mezalimlerin anlatımlarında, başlangıç sanki de 20 Temmuz 1974’müş gibi bir algı yaratıldı.
Günümüzde Güney Kıbrıs’ın 21 Aralık 1963’le başlayan Kıbrıs olaylarını ört bas etmeye çalışmasına adeta ortam yaratıldı.
Halbuki 20 Temmuz Kıbrıs Türk toplumunun on yıl boyunca çektiği acıların son bulmasında atılmış en kalıcı adımdı.
Küçük, küçük kantonlarda, köylerde, mezralarda yaşayan Türklerin her an ölümle yüz, yüze gelmesini sonlandırdı. Korku kabusu altında yaşam sürmesine son verdi.
Bu tarih aynı zamanda, 20 Temmuzda ulaşılmayan ve ancak ikinci harekatın başlamasıyla ortaya çıkan Rum katliamlarının da başlangıcıydı.
Baf’ta, Limasol’da, Aleminyo’da, Muratağa’da, Atlılar’da,Sandallar’da ve adanın ulaşılamayan dört bir yanında acılar o gün başlıyordu.
Yıllarca son bulması için beklenen, özlenen hasret kimi soydaşlarımızda boğazda düğümlenen bir hıçkırık gibi kaldı.
Şehitlerimizin son nefeslerini verirlerken “vatan sağ olsun” haykırışları yıllarca çekilen acıların son bulacağına duyulan inançtı.
Güzel olan şey, bu müdahale ile birlikte, gelecek kuşaklara kalacak özgür bir vatandı!
Ardan kırk beş yıl geçti, şehit kanlarıyla kazanılan özgürlüğümüzün değerini bile biliyor muyuz?
O günün kuşakları kimi canlarından oldu, kiminde ise travmalarla dolu bir hayata mal oldu.
Her 21 Aralık’larda, her 20 Temmuz’larda törenler yapıyor, biri birimiz le sarılıyor kutlamalar yapıyoruz da oluşturduğumuz Cumhuriyetin yaşaması ve yaşatılması için ne yapıyoruz?
Kimi o Cumhuriyetin Meclisinde ağız dolu küfürler savurarak nasıl çökertilmesi gerektiğinin hesabını yaparken, kimi, Kıbrıs Türküne azınlık statüsünden başka bir şeyi reva görmeyen Rum tezlerine alkış tutar konumda aramızda gezinmeye devam ediyor. Ne acıdır ki o benimsemedikleri KKTC nin nimetlerini tepe tepe kullanmakta bir sakınca görmüyorlar!
Oyalama halleriyle geçen yarım yüzyılı aşkın sürelerde Rum taktiklerine rıza gösterilirken, esasta Rum tezlerinin dünya tarafından onay bulmasına rıza gösteriyoruz!
Şehit kanlarıyla elde ettiğimiz mirası har vurup harman savururken aslında kendi kuyumuzu kazıyoruz. Halkımızı, gençliğimizi ümitsizliğin içine çekerek ülkelerinden uzaklaşmalarına zemin hazırlıyoruz.
Halbuki büyük görev henüz bitmedi! Bu görev devleti sevme ve sevdirme görevidir. Ekonomiyi kendi ayakları üzerinde durabilecek düzeye getirme görevidir.
Tek güvencemiz Anavatanımızdır ama bilinmelidir ki, taşıma suyla, asalak konumunda bir ekonomiye razı olmakla kimselerden saygı göremezsiniz!