Dünyada “nesli, tükenmekte olan” bir kuştur kelaynak…
Yıllardır “tükenmişlik sendromu” içinde debelenip duruyor…
Ancak çok zariftir, kimseye şikâyet etmiyor, gıkı bile çıkmıyor…
Uzun bacakları, ince gagası, beyaz parlak tüyleriyle gökyüzünde bir yıldızdır kelaynak…
Göçmen olanı da vardır, yerleşik olanı da…
Gerçek olanı da vardır, sahte olanı da…
Ne yazıktır ki, yıllardan beridir; “Kırmızı liste”deydi…
“Yok olmak üzere olan canlı” statüsündeydi…
Son yıllarda dünyadaki kelaynak nüfusunun neredeyse yüzde 90’ı birçok nedenle yok olmuştu…
Kelaynakların giderek “tükendiğini” gören “Dünya Doğayı Koruma Birliği” bu kuşları korumaya aldı ve nüfuslarını artırmak için kolları sıvadı…
“Bu kuşun nesli tükeniyor” diye, tüm dünyayı ayağa kaldırdı…
Kimseden “icazet” almadan, kimseye “biat” etmeden “kelaynaklar” yeniden yaşama tutunsun, nüfusları çoğalsın diye “projeler” yaptılar…
“Bu kuşun nesli tükeniyor” diye, tüm dünyayı ayağa kaldırdılar…
Kelaynak toplumu, 25 yıl içinde nüfusunu katlaya katlaya çoğaldı.
Ancak bir başına “nüfus artışı” sorunları çözmüyordu…
Bir de yeni “kelaynaklar”ın DNA’sı giderek bozuluyordu…
Kuşsever bazı ülkeler “Kelaynaklar”ın statüsünü de yükselttiler…
Sonunda, bu kuşu “Yok olmak üzere” kategorisinden “Tehlike altında” kategorisine taşıdılar…
Kelaynaklar, bataklıkta yaşamayı çok seviyor…
Yaşam alanı olarak “bataklık” onlara külliye gibi geliyor…
Oralarda balık, kurbağa ve böcek yiyerek yaşarlar ama hiçbir zaman “Çirkef yatağında gülistanlık olmaz” diye şikâyet etmezler…
Bir de ABD’de, Avrupa’da hayvanat bahçelerine hapsedilmiş kelaynaklar var…
Yaşadıkları “bataklığı” terk ederek Avrupalarda, Amerika’da kendilerine yeni bir yaşam kurmak istediklerinde oralara gittiler…
Ama açıkgöz batılılar onları “hayvanat bahçeleri”ne hapsettiler…
Oralarda kelaynaklar “özel menü” ile besleniyorlar.
Haşlanmış yumurta, tuzsuz peynir, rendelenmiş havuç ve yağsız kıyma yiyorlar...
Nesilleri yok olurken, oralarda birer “numune”ye dönüşüyorlar…
Kimbilir belki gelecekte müzelerde “yok olan canlılar” bölümleri olacak ve batılılar bu yüzden şimdiden koleksiyon yapıyorlar.
Bizim buralarda onlara kolayca rastlamanız mümkün değil…
Dolunay gecelerinde bile “görünür” değiller…
Onlar; yaşamak için Türkiye’de, Urfa’nın Birecik ilçesini seçtiler…
Orada, Fırat nehri kıyısında toplaştılar…
Bir de Afrika’da… Fas’ta…
“Toplum” mu olalım, “devlet” mi olalım, diye hiçbir “gaile”leri yok…
“Biz böyle iyiyiz” diyorlar ve “cemaat” modeliyle topluca yaşıyorlar…
Hatta tüm dünyaya “tek eşli” olmakla övünüyorlar, hava atıyorlar…
Öyle dört tane eşle birlikte yaşamak gibi durumlar yok kelaynaklarda…  
Zaten sahtesiyle orijinali biraz da bu “eş seçimi”nden ayırt ediliyor…
Kelaynakların yaşadığı bataklıkta; bol böcek, bol kurbağa, bol da balık olduğu sürece keyiflerine kimse su kaçıramaz…
Son yıllarda, Urfa’nın Birecik ilçesi onlara “anavatan”lık yapıyor…
Nüfusları azalmasın diye, bol bol “kelaynak” üretiliyor oralarda…
Çoğu doğasever; bu sonradan olma kelaynakların “sahte” olduğunu iddia ediyor ama kimse tınmıyor…
Bu coğrafyada herşeyin “sahte”si olduğu gibi, kuşun da sahtesine “eyvallah” çeken bir kültür var… 
Bu yüzden de “Biz sizden daha kelaynakız” diyenlere kimse kulak asmıyor…
Hatta; upuzun gagalarıyla sanki böyle hava atanlara “has…tir” demek ister gibi bakıyorlar…
Ya da bana öyle geliyor… 
Tabii “sahte kelaynak”ları dünyada hiçbir “kuş laboratuvarı” tanımıyor. Dünyadaki kelaynak nüfusuna dahil etmeyi reddediyor.
Aslında; kelaynakların tarihi, ta Nuh’un gemisi tufanına kadar uzanır…
Tufanın sonunda; barış için bir güvercin, yeniçağ için bir kırlangıç, bereket için bir kelaynak salınırmış o yıllarda…
Yani kelaynak, bir nevi “kutsallık” taşıyormuş…
Bazı bölgelerde kimse onlara dokunmaz, “Allah’ın bereket müjdecisi” olarak görülürler.
Onları “bereket”in sembolü sayanlar bile var.
Urfa’nın Bilecik ilçesine ilk gelişleri 12 Şubat Sevgililer Günü’ndeymiş…
Her yıl 12 Şubatta bu kuşlar, Bilecik’in gökyüzünü kaplıyorlarmış…
Halk da onların gelişlerini kutluyormuş her yıl, adeta bayram yapıyormuş…
Bizde de güvercin yıllarca “barış”ın sembolü olmadı mı?
Gençlerimiz mitinglerde havaya bol bol güvercin salıvermedi mi?
Ancak onlar, kelaylaklar gibi değiller…
1963 Aralık ayında iki toplum arasında çarpışmalar başladığında, topluca Lefkoşa’nın Köşklüçiftlik bölgesini Ermenilerle birlikte terk ettikleri kitaplarda yazılıdır.
O dönemde Arabahmet, Köşklüçiftlik ve Kumsal bölgelerinde Maronitler, Ermeniler vardı.
O sarı taşlı görkemli evlerin çatılarında binlerce güvercin yaşardı.
Maç günlerinde Taksim sahasında toplanan kalabalığın üzerinde dolaşır, adeta bir gösteri sunarlardı…
Bu gösteri her maç günü tekrarlanırdı.
Ermenilerle Maronitler bölgeyi terk ederek Rum tarafına geçince, o güvercin ordusu da, o insanlarla birlikte Lefkoşa’nın Rum kesimine doğru kaçmışlardı.
“Yok oluşa” gıkı çıkmayan kelaynaklar gibi değildi güvercinler…
Protestolarını yapmış, bizi terk etmişlerdi…
Tüm kelaynaklara, ya da kendini kelaynak gibi hissedenlere ne diyeyim bilemedim…