Bir aya yakın süre içinde yaşanan sıkıntıları, sağlamla çürüğün ayrışımını, fedakarla nankörün aynı ortamı paylaşmasını, korkakla cesurun farkını görme fırsatını her zaman yakalayamazsınız!

20 Temmuzla başlayan savaş süreci kimilerini coşkuya taşıdı, kimilerinin mukavemetini artırdı, kimilerinin belirsiz bir süre daha boşlukta yaşamasını sağladı.

İşte artan mukavemet hıncı ile birlikte boşlukta kalan Mesarya köyleri o bir aya yakın süreleri bin bir zorlukla karşıladı.

Her an taarruza uğrama telaşı vardı, cephane eksiklikleri vardı, yokluk, açlık vardı da, 20 Temmuz sabahı havadan süzülerek inen paraşütlerin görüntüsü ve de varlığı tek teselli kaynağıydı.

Meriç (Mora) köyü antik çağlardan başlayan bir yerleşim konumundaydı. Osmanlının adayı fethi dönemlerinde ise bir Hristiyan köyüydü. Kimselerin hala daha ilgi duymadığı kalıntılar mandıra (ağıl) süpüren vatandaşın çalı süpürgesinde gezinir durur.

İşte Meriç köyü bölgesindeki, eski isimleriyle, Aya (Dilekkaya) Meluşa (Kırıkkale), Tremeşe (Erdemli), Arçoz (Yiğitler) ve Afanya (Gaziköy) ün komuta merkeziydi.

Meriç Taburu bu köylerin de sorumluluklarını taşır durumdaydı.

20 Temmuz 1974 sabahı yaşanan sevinç, mutluluk çığlıkları 21 inde hatta 22 sinde yerini sessizliğe bıraktı.

Kendimizi yaşanan gelişmelere adapte etmek zorundaydık. Tabur Komutanımız Saldıray bey derhal köylerle irtibata geçerek gereken talimatları verdi. Nöbetler çoklu ve daha kısa sürelerle tutulmaya başlandı.

Birinci harekat belli noktalarda sınırlandırılmış, vuslat sonraya bırakılmıştı.

İşte vuslatın sonraya bırakılması birinci harekatlarda ağır darbeler yiyen Rum ve Yunan sürülerine intikam alma fırsatını yaratmıştı.

Kıbrıs Türklerinin karşılaştığı tüm katliamların harekatların aralıklarla yapılmasından kaynaklandığına inanıyorum.

20 Temmuzda yapılan birinci harekatla 14 Ağustostaki ikinci harekat arasındaki zaman dilimini anlatmak kolay değil.

Güneşin doğmasını beklerken yaşananları anlatmak zordur, zor!

İkinci harekat gerçekleştikten sonra, daha doğrusu savaşların tozu dumanı kaybolduktan sonra ortaya çıkan acı tablolardan Muratağadaki, Atlılardaki ve Sandallardaki vahşeti yerinde görenlerdenim.

Serdarlı sancağına bağlı düşmemiş, ayakta kalmış Meriç Tabur olduğumuz için tespit edilen katliam bölgesinde görevlendirildik.

Katliamlar bir gün önce tespit edilmiş Birleşmiş Milletlere bağlı sözde Barış gücü vahşeti elleri bağlı seyre gelmişti.

Vahşet dayanılacak gibi değildi!

Yaşlı nineler, dedeler, vücutları parça parça olmuş cesetler, bir avuçluk bebeler, kopmuş kollar, bacaklar, çöpler içine savrulmuş bağırsaklar. Hele etrafa yayılan o dayanılmaz koku.

En yumuşak yürekleri bile taşlaştıran, savaşın melanetini bütün çıplaklığıyla ortaya koyan bir manzaraydı bu.

Güneşin doğmasını beklerken bazılarımız için bedel ağır oldu!