Pandemi döneminden hemen önce, Lefkoşa’da Yakındoğu Üniversitesi Kongre Salonu’nda düzenlenen bir töreni izliyordum…
Sahnede cıvıl cıvıl bir kaynaşma sonrası, 15-18 yaşları arasındaki gençlerin oluşturduğu koro yerini almış ve birlikte şarkı söylemeye başlamışlardı.
Türkçe ve Rumca şarkıların çoğunun bestesini kendileri yapmıştı. Kimin Rum, kimin Türk olduğu kolayca kestirilemiyordu… Koroya, sahne dışında bulunan diğer onlarca genç de katılınca, müziğin evrensel gücü sayesinde, barış şarkılarından ortak bir duygu şöleni oluşmuştu…
Arkasından mikrofona bir genç geldi… Anlatmaya başladı:
-Amerika’da Kıbrıslı Türk bir arkadaşımla misafir olduğumuz evde, aynı odada kalacaktık. Yatağıma girdim, çarşafı üzerime çektim ve tüm gece, korku içinde beni acaba nasıl öldürecek diye tir tir titreyerek bekledim. Bize okulda tarih derslerinde Türkler’in düşmanımız olduğu öğretilmişti. Ama gördüm ki, hiç de öyle değil… Kıbrıslı Türk arkadaşım, şu anda benim kardeşim oldu. Ailemizin bir ferdi oldu. Annem, babam ve diğer kardeşim de onu çok sevdiler. O zamandan beridir, sürekli birlikteyiz.
Daha birçok Rum ve Türk genç, çocukluk yaşlarından beri birbirlerinin beyinlerine işlenen “nefreti” ve bunun güvene, sevgiye dönüşümünü anlatırken, salonu sanki bir “duygu seli” basmış, yerleşik tüm etnik önyargıları sürükleyerek götürmüştü…
Gözlerimin ıslandığını fark ettiğimde, o çocukların tümünü, alınlarından öpmek istediğimi anımsıyorum...
Kıbrıs’ta Türk ve Rum gençlerini bir araya getiren “inisiyatif” birkaç gönüllü Türk ve Rum barışseverin kurduğu, kısa adı CFP olan “Kıbrıs Arkadaşlık Programı” adlı projeydi.
Bu proje tam 14 yıl önce Amerikalı sivil toplum aktivisti ve akademisyen Warren Muir’in öncülüğünde kurulmuştu. Türk tarafından Sarper İnce ile Rum tarafından Nikos Anastasiu’nun yıllar boyunca süren önderlikleri ve özverili katkılarını burada takdirle anmak istiyorum.
Bu proje, herhalde en uzun soluklu ve en geniş katılımlı “iki toplumlu çaba” olarak tarihe geçecektir. Üstelik tamamen gönüllü olarak ve hiçbir kurumdan “yardım” kabul etmeden…
İki toplumun resmi makamlarının tüm engellemelerine rağmen, bu projede 14 yılda 1000’in üzerinde Türk ve Rum genci bir araya geldi, birbirlerini tanıdılar, arkadaşlıklar kurdular. En önemlisi birer “barış” yanlısı olarak ülkelerinin geleceğinde söz sahibi olma iradesinin önemini kavradılar.
Pandeminin yarattığı koşullar nedeniyle 2 yıl ara verilen program, bu yıl kaldığı yerden devam edecek.
Proje; 15-18 yaşları arasındaki Kıbrıslı Türk ve Rum gençlerini kapsıyor. Yapılan başvurulardan sonra, Lefkoşa’da ara bölgede “mülakatlar” yapılıyor ve eşit sayıda Türk ve Rum gençler projeye kabul ediliyor. Önce; Trodos dağları eteklerinde harika bir doğal ortamda bir hafta süreyle kampa alınıyorlar, bir yıl sonra da birlikte ABD’ye gidiyorlar.
Projenin ta başından beri içinde yer alan ve halen Kıbrıslı Türk Baş Koordinatör olarak görev yapan Simge Zekican, geçenlerde medyaya bu yılki kampa ilişkin bilgiler vermişti. Açıklamasının bir bölümünü aktarıyorum:
“Bu yıl 30 Temmuz- 6 Ağustos tarihleri arasında gerçekleşecek olan kampımıza iki toplumdan eşit sayıda 50 kişi alınacak. Bu kampa katılacak gençler; eğlenceli aktivitelere, atölye çalışmalarına katılacaklar. Demokratik bir vatandaş olmanın koşulları, iletişim becerileri, eleştirel düşünme becerileri, münazara becerileri, barış oluşturma, takım oluşturma becerileri ve empati becerileri gibi birçok önemli beceriler geliştirecekler. Müracaatlar için 0542 856 48 28 nolu telefondan bilgi alınabilir.”

Programın bir de ABD ayağı var. Türk ve Rum gençler farklı eyaletlerde gönüllü ailelerin yanında 4 hafta geçiriyorlar. Birçok sivil toplum çalışmasına katılıyorlar. Örneğin; Afrika ülkelerine gönderilmek üzere ikinci el bisiklet toplayan bir kuruluşa katkı koyuyorlar. ABD mahkemelerinde yargılama süreçlerini izliyorlar.
CFP’nin, Kıbrıs’ta uyguladığı bu programın çok dikkat çekici özelliklerine yıllar içinde şahit oldum. Örneğin seçilen gençlerle önce birkaç etkinlik düzenleniyor. Gençlere “özgürce” kendi seçimlerini yapma ve diğer toplumdan biriyle “eşleşme” olanağı veriliyor. Sonra gençlerin aileleri bir araya geliyor. Anne baba yanında, dede ve nineler de sürece dahil oluyor. En şahin, en katı milliyetçi dedelerin “torun”lar üzerinden diğer topluma olan öfkesini yendiğini görmek, projenin en önemli başarılarından biri olsa gerek...
CFP’nin Türk ve Rum gençleri Kıbrıs’ta kocaman bir “aile” oluşturmuş bulunuyor. Zaman zaman program dışı farklı etkinlikler de düzenliyorlar. “Mezun” olan gençler, kamp lideri ve benzeri görevlerle arkadan gelen gençlere önderlik ediyor.
Kıbrıs’ta, bu tür projelere büyük ihtiyaç var. Oysa toplumlar giderek bu “işbirliğinden” ciddi anlamda uzaklaştırılıyor, soğutuluyor.
İşte bu yüzden özellikle bu günlerde barış yanlısı politik güçler ve toplumsal muhalefet aklını başına almalıdır.