Akdoğanda dini ayin töreni için gelenlerin arasından bir Rum genci çıkıyor ve Türk bayrağı yanında rahmetli Denktaş’ın çerçeveli resmini de alıp götürüyor.

Nerede oluyor bu hadise?  Akdoğan İlkokulunun avlusunda, hem de güpegündüz.

Bir dalgınlığa, bir boşluğa gelmiş olabilir, kimseler bayrak çalma anına rast gelmeyebilir.

Israrla basında adı zikredilmeyen bu Rum gencinin babası Cumhurbaşkanı Akıncıya bir özür mektubu göndererek bayrağı ailenin bazı bireyleri aracılığıyla iade etmiş.

Cumhurbaşkanı Akıncı ise özür dileme ve bayrak iadesine getirdiği yorumda “değerli bir adım” diyerek olayı aşırı duygu yüklemesi altında olan bir ergenin davranışı olarak değerlendirmiş.

Akıncı “Gencecik insanların zihinlerinin düşmanlık ve nefretle doldurulması hem gençlere hem de adamıza ağır bir yüktür” diyerek sözlerini sürdürmüş.

Sayın Cumhurbaşkanının yaklaşımına katılıyorum, çevresindekilere ve de abilerine özenmiş on altı yaşındaki bir gencin yaptığını hoş görü ile karşılamak mümkün.

Ama bu bir ulusun en kutsal saydığı bayrak ve o gencin içinden çıktığı toplumun genel düşünce yapısına bağlı bir olay.

Bütün bunlar bir özürle ya da özre gösterilen anlayışlı yaklaşımlarla atlatılabilecek gelişme değildir.

Yaşananlar kısa metrajlı filim hiç değildir!

Bu yaşananlar yanardağın zayıf noktasından dışarıya sızan lav zerreciği gibidir.

Doğuştan ergenliğe, oradan orta ve yaşlılığa uzanan süreçlerde hep Türk düşmanlığı ile yoğrulan tedrisatlardan geçen bir toplumla karşı karşıyayız.

Bir özürle ya da nasihat yüklü sözlerle bütün bunları yok var saya bilir misiniz?

Varsaysanız bile her şeyin güllük gülistanlığa dönüştüğü, o özürle gerçeklerin ortadan kalktığını söyleye bilir misiniz?

Geçmişte de yazdım yinelemekte, hele yaşanan bu son olaydan sonra  vurgulamakta yarar görüyorum.

Sanırım 1998 yılıydı ve  DP-CTP ortak hükümeti iş başına geldiği günlerdi. Av mevsimi açılmış, avın ilk gününde avcılar elleri boş dönmüşlerdi. Hafta içinde avcı kuruluşları ortalığı ayağa kaldırmışlar, yeni av bölgelerinin açılmasını sağlamışlardı.

Yeni açılan av bölgeleri arasında harekatlarda görev yaptığım Ercan Hava alanının arka kısmı da vardı. Bölgeyi bildiğimden silahımı kuşandım arkadaşlarla sabahın köründe bölgedeki yerimi aldım.

O gün tam bir av katliamı yaşandı!

Zira kınalı keklikler ne silah sesinden korkuyorlar,  ne de neredeyse tavuk kadar olduklarından seri uçabilme kabiliyetine sahiptiler.

Barış ve uzlaşı adına, dünya insanı yaratma telaşına o kadar kendimizi kaptırdık ki yetiştirdiğimiz yeni nesiller tıpkı silahtan korkmayan, rahatını seven, her şeyin hazırını bekleyen gençler yetiştirmekte bu güne kadar bir sakınca görmedik.

Karşımızdakilerin tutumu da bu doğrultuda olsa, söyleyecek bir şey yok. Kıbrıs arzulandığı gibi bir barış adası olabilir ama değil!

Terhisten sonra sınır boylarında yaşayan Rum gençlerine silah ve mühimmat zimmetleyen, bücür boyuna bakmaksızın silahlanmaya önem veren, on altı yaşında çocuklara Türk bayrağı çalmayı telkin eder eğitimle yetiştiren bir Rum kesimi ile muhatabız.

Aklımızı başımıza toplayıp aynı doğrultuda devam edemeyeceğimiz ortada. Bundan sonrası için daha da dikkatli olmak zorundayız.

Görülen o ki yaşadıklarımız bir özürle geçiştirilecek kısa metrajlı bir filim olmaktan çok uzaktadır!