13 Temmuz 1878’de Kıbrıs’ın idaresini geçici olarak İngiltere’ye bırakılmasının ardından I. Dünya Savaşı günlerde Osmanlı Devleti ile İngiltere’nin zıt kutuplarda yer alması sonrası, İngiltere’nin Adayı işgal ettiğini açıklaması ve de Türk İstiklal Savaşı sonunda imzalanan 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması ile Kıbrıs Adası resmen İngiltere’ye bırakılıyordu..
İngiliz Sömürge Yönetimi döneminde 1 Nisan 1955’te EOKA tedhiş örgütü bombalarını patlatarak Enosis’e giden yolu açmak isterken Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT) etrafında bütünleşen Kıbrıs Türk Halkı Anavatanımız Türkiye’nin desteğinde verdiği mücadelenin ardından Rumlara hele bir dur demesinin ardından 19 Şubat 1959 Zürih ve Londra Antlaşmaları temelinde 16 Ağustos 1960 Lefkoşa Antlaşmaları ile Kıbrıs Cumhuriyeti ilan edilirken 650 Türk askeri ve 950 Yunan askeri Mağusa limanından Kıbrıs’a ayak basarken 82 yıllık bir ayrılıktan sonra Kıbrıs Türk Halkı, Türk askerine yeniden kavuşuyordu.
Ancak bu antlaşmaları, Megali İdea hayalleri içinde yaşayan Rum-Yunan ikilisinin Enosis’e giden yolda sıçrama tahtası olarak görmeleri nedeniyle uzun ömürlü olmayacak ve 21 Aralık 1963 Kanlı Noel saldırıları ile 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti yıkılırken Rum-Yunan silahlı saldırıları kısa sürede adanın her yanına dağılacaktı.
21 Aralık 1963 Kanlı Noel saldırılarının ardından 103 köyden on binlerce Türk’ün daha güvenli bölgelere göç etmek durumunda kalması yanında yüzlerce şehit ve binlerce yaralı veren Kıbrıs Türk halkı Beşparmak Dağlarında, Snt Hilarion’da, Lefkoşa’da, Mağusa’da, Limasol’da, Baf’ta, Larnaka’da, Erenköy’de diğer kent ve köylerde direnerek büyük mücadeleler verdi.
15 Temmuz 1974’te Yunan Cuntası desteğinde RMMO ve EOKA-B’nin Makarios’a karşı düzenlediği darbenin esas hedefi Enosis’in bir an önce gerçekleşmesini sağlamaktı.. Nitekim o günde Makarios’un yerine getirilen EOKA’nın lideri Nikos Sampson 17 Temmuz 1974’te Kıbrıs Helen Devleti’ni ilan ediyordu.
Bu gelişmelere Anavatanımız Türkiye’nin kayıtsız kalması asla mümkün değildi.. Nitekim düzenlenen 20 Temmuz 1974 Barış Harekatı ile Kıbrıs’ta iki bölgelilik oluştu, Kıbrıs’a barış ve huzur geldi. 13 Şubat 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti ilan edildi.
31 Temmuz-2 Ağustos 1975 tarihleri arasında Viyana’da BM Genel Sekreteri Kurt Waldeim gözetiminde, Kıbrıs Cumhuriyeti adına Meclis Başkanı Glafkos Klerides ve Kıbrıs Türk halkı adına Kıbrıs Türk Federe Devleti Başkanı Rauf R. Denktaş arasında gerçekleşen görüşmelerin ardından imzalanan Nüfus Mübadele Antlaşması ile o günde 120 000 Rum Kuzeyden Güney’e, 65 000 Türk Güneyden Kuzey’e tamamen gönüllülük çerçevesinde resmen geçiş yaparken Ada’da iki bölgelilik oluşuyordu..
Devletler Hukukunda; “Toprağı bütün egemen bir devletin, self-determinasyon hakkının kullanılmasıyla parçalanması” teşvik edilmemektedir. Ancak Kıbrıs’ta durum farklıdır. Kıbrıs sorununa taraf olan İngiltere, Türkiye ve Yunanistan yanında, Kıbrıs Türk Toplumu ve Rum Toplumu liderleri tarafından da imzalanan 19 Şubat 1959 Zürih ve Londra Antlaşmalarıyla öngörülen koşullarla uluslararası camiaya iki uluslu bir devlet olarak katılmıştır...
..Uluslararası hukukta , self-determinasyon hakkının egemen ve bağımsız bir devleti parçalamak için kullanılamayacağı kabul edilmektedir. Ancak BM Genel Kurulu’nun 1970 tarihli ve 2625 (XXV) sayılı kararında belirtildiği gibi, insan haklarına saygılı, genel iradede tüm halkın hakkaniyete uygun biçimde temsilini temin eden bir devleti yıkmak veya parçalamak için kullanılmayan bu hak, bu ilkeleri çiğneyen otoriteye karşı rahatlıkla kullanılabilecektir. Kaynak: Arş. Gör. Selcen Erdal, Uluslararası Hukukta Tanıma Kurumu ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Örneği, s.192
Kıbrıs sorununa getirilen çözümün en önemli unsuru Kıbrıs Cumhuriyeti, İngiltere, Yunanistan ve Türkiye arasında imzalanan Garanti Antlaşması’dır. Bu antlaşma ile , Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bir devlet ile siyasi ve ekonomik birliğe girmesi, bir başka devlete katılması ve taksimi yasaklanmıştır. Garanti Antlaşması incelenirken bahsedilmesi gereken belki de en önemli nokta, taraflara 4. Madde ile verilen “Harekete geçme yetkisidir”. Antlaşmanın 4. Maddesinde şöyle denilmektedir:
“Bu antlaşmanın hükümlerine bir riayetsizlik halinde, Yunanistan, Türkiye ve Birleşik Krallık, bu hükümlere riayet sağlamak için gereken teşebbüsler veya tedbirler hakkında birbirleriyle istişare etmeyi taahhüt ederler. Müşterek veya anlaşarak hareket mümkün olmadığı takdirde garanti veren üç devletten her biri, bu antlaşma ile ihdas edilen nizamı tekrar kurmak münhasır maksadı ile harekete geçmek hakkını muhafaza eder.”
Kıbrıs sorununa taraf olan devletler, 19 Şubat 1959 Zürih ve Londra ve de 16 Ağustos 1960 Lefkoşa Antlaşmalarını imzalamışlar; bu antlaşmalarla, Kıbrıs’ın taraf devletlerden birinin egemenliğinde kalması, bölünmesi veya bir devlete katılması yerine, bağımsız bir devlet olarak uluslararası camiaya katılmasını ve bu katılımın şartlarını kabul etmişlerdir. 1959 Zürih ve Londra Antlaşmalarında ortaya konulan bu şartlar, antlaşmalar ile kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti Garanti antlaşmaları ile somutlaştırılmıştır.
Gerçek şu ki, Kıbrıs adasını işgal ettiği öne sürülen Türkiye, bu müdahaleyi Garanti Antlaşmalarının 4. Maddesine dayanarak gerçekleştirmiştir. 15 Temmuz 1974’te Yunan Cuntası desteğinde Makarios’a karşı düzenlenen darbenin esas hedefi Enosis’i gerçekleştirmekti. Nitekim, Makarios’un yerine getirilen Nikos Sampson 17 Temmuz 1974’te Kıbrıs Helen Devletini ilan etmişti. Anavatanımız Türkiye Garanti Antlaşmaları çerçevesinde bir müdahaleyi gerçekleştirmeden önce diğer garantör devlet İngiltere nezdinde teşebbüse geçmiş, Türkiye Başbakanı Bülent Ecevit Londra’ya kadar gitmiş ancak İngiltere’nin birlikte müdahale etmekten kaçınmasının ardından Türkiye 20 Temmuz 1974 Barış Harekatını gerçekleştirmiştir.
20 Temmuz 1974 Barış Harekatı ile Kıbrıs’ta iki bölgeliliğin oluşmasının ardından 13 Şubat 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti (KTFD) ilan edilmiştir. O günde BM Güvenlik Konseyi aldığı 12 Mart 1975 tarih ve 367 sayılı kararı ile KTFD’nin ilanını esefle karşılarken kararın geri alınmasını istemiştir.. Yıllarca devam eden görüşme sürecinde adil ve kalıcı bir siyasi çözüme varılamaması sonrasında KTFD Meclisi 15 Kasım 1983’te oy birliğiyle aldığı kararın hemen ardından bağımsız ve egemen devletimiz Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni ilan etmiştir. Kıbrıs Türk Halkına düşen görev bağımsız ve egemen devletimiz Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin yaşatılmasını ve tanınmasını sağlamaktır..
Gelinen noktada Kıbrıs sorunu ele alındığında, Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kuruluşuna zemin hazırladığı müdahalelerinin, uluslararası hukuka aykırı olmadığını, bilakis bu müdahalelerin dayanağını Kıbrıs sorununa taraf olan devletlerin çıkarlarını uzlaştıran Garanti Antlaşmasının 4. Maddesinden aldığını görmek mümkündür..
..20 Temmuz 1974 Barış Harekatının ardından fiilen oluşan yapı, temel itibarıyla bir devlet olmanın bütün şartlarını yerine getirmekte olduğundan, bu bağımsızlık ilanı bir bakıma var olan fiili duruma sadece hukuki bir nitelik kazandırmıştır. Kaynak: Hasan Mor, AB’nin Aralık 1999 Helsinki kararları ve Kıbrıs sorunu, Selçuk Üniversitesi Hukuk fakültesi Dergisi, s. 285, yıl 1999
Kıbrıs sorunu ele alındığı zaman, Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kuruluşuna zemin hazırlayan müdahalelerinin uluslararası hukuka aykırı olmadığını, bilakis bu müdahalelerin 19 Şubat 1959 Zürih ve Londra ve de 16 Ağustos 1960 Lefkoşa Antlaşmalarından alındığını görmek mümkündür.
Şöyle ki; Garanti Antlaşmalarının 4. Maddesinde, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’ye antlaşmalara riayetsizlik halinde düzenin devamı için gereken tedbirleri alma , istişare etme ve müşterek hareket etmek mümkün olmadığı taktirde harekete geçme yetkisi verilmiştir. Bu nedenle, garantör devletlerin , yaratılan hukuk düzeninin Kıbrıs Cumhuriyeti Devleti tarafından ihlal edilmesi hakkı doğmaktadır ve de Anavatanımız Türkiye tarafından yapılan müdahaleler 1960 Garanti Antlaşmalarına uygundur.
Ne yazık ki o günde BM Güvenlik Konseyi aldığı 18 Kasım 1983 tarih ve 541 sayılı kararı ile KKTC’nin ilanını kınaması yanında Kıbrıs’ta Kıbrıs Cumhuriyeti’nin haricinde hiçbir Kıbrıs Devleti’ni tanımamalarını istemiştir. BM Güvenlik Konseyi bu kararını, bu kuruluşun Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşuna ilişkin Antlaşma’ya ve 1960 Garanti Antlaşmasına aykırı olduğu ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin uluslararası hukuka aykırı kuvvet kullanma yoluyla kurulduğu varsayımına dayandırmıştır.
Uluslararası Hukukta, self-determinasyon hakkının egemen ve bağımsız bir devleti parçalamak için kullanılamayacağı kabul edilmektedir. Ancak Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 1970 tarih ve 2625(XXV) sayılı kararında belirtildiği gibi, insan haklarına saygılı, genel iradede tüm halkın hakkaniyete uygun biçimde temsilini temin eden bir devleti yıkmak veya parçalamak için kullanılamayan bu hak, bu ilkeleri çiğneyen otoriteye karşı rahatlıkla kullanılabilecektir.
Rum-Yunan ikilisinin AB ve BM normları çerçevesinde hedefledikleri siyasi çözümde bağımsız ve egemen devletimiz Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne yer yoktur. Rum-Yunan ikilisinin hedefledikleri siyasi çözümde tek devlet, tek egemenlik, tek uluslararası bir devlet vardır. Keza olası bir siyasi çözümde Rum-Yunan ikilisi, garanti Antlaşmalarının iptalini ve Türk askerinin adadan çıkmasını öngörmektedir. Böylesi bir siyasi çözüm asla ve asla mümkün değildir.
Unutmayalım ki, Adadaki çözümsüzlüğün en önemli bir diğer nedeni , 24 Nisan 2004’te yer alan Annan Planı Referandumunda Kıbrıs Türk halkı ‘evet’ derken ‘hayır’ diyen Rumların 1 Mayıs 2004 itibarıyla 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti olarak AB’ne üye olarak kabul edilmesidir. Diğer bir değişle Adadaki adil ve kalıcı çözüm siyasi çözümsüzlüğün bir diğer nedeni uluslararası kamuoyunun taraflı ve adaletsiz tutumudur.
Tüm bu gerçeklere rağmen yine de yıllarca devam eden görüşme sürecinde Rum-Yunan ikilisinin tarihin derinliklerinden gelen Megali İdea hayalleri nedeniyle adil ve kalıcı bir siyasi çözüme varılamayacaktı.. Kıbrıs’ta adil ve kalıcı bir siyasi çözüme gidilmesi bağımsız ve egemen devletimiz Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınması ile mümkündür.
Uluslararası toplumun temel ögesi “devlettir”. Devlet, uluslararası hukukun gelişiminde tek ve bugün de ilk planda yer alan süjedir. Uluslararası Hukukta bir devletin varlığından söz edilebilmesi için üç objektif unsurun varlığı aranır. Bunlar, “İnsan Topluluğu”, “Ülke” ve “Egemen-Üstün-Kamu Otoritesi”dir..
..Devletlerin tanınması hususu incelendiğinde, dikkati çeken ilk ve en önemli tanımın, Uluslararası Hukuk Enstitüsü tarafından, 17-24 Nisan 1936 tarihleri arasında gerçekleşen Brüksel toplantısında yapılmış olduğu görülür. Uluslararası Hukuk Enstitüsü bu toplantıda , devletlerin tanınmasını şu şekilde tarif etmiştir: “Yeni bir devletin tanınması, belirli bir ülke üzerinde , siyasi bakımdan teşkilatlanmış, var olan diğer herhangi bir devletten bağımsız ve uluslararası hukuktan doğan yükümlülükleri yerine getirmeye muktedir bir inan topluluğunun varlığının bir veya bir çok devlet tarafından kabul edilmesi ve bu devletlerin yeni devleti uluslararası camianın bir üyesi olarak sayma niyetlerini açıklayan tasarruftur” ..
…Yeni devlet kurulduktan sonra, mevcut devletlerin bu yeni kuruluşu müşahade ve kabul etmeleri ve bu devlet ile uluslararası hukuka uygun ilişkiler kurmak arzusunda olduklarını bildirmeleri, yeni devletin diğer devletlerce tanınması anlamına gelmektedir.. Yeni ortaya çıkan bir varlığın devlet olabilmesi için ülke, insan topluluğu ve egemen-üstün bir kamu otoritesinin varlığı yanında tanınma dördüncü unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.. Sonuç olarak fiilen mevcut olan bir devlet hukuken de mevcuttur. Tanıma sadece tanıyan devlet açısından bu durumu ortaya koyar.. Kaynak: Arş. Gör. Selcen Erdal, Uluslararası Hukukta Tanınma Kurumu ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Örneği, s.161
Diğer bir görüşe göre ise tanınmanın ihtiyari olduğu yönündedir.. Bu görüşe göre, var olan devletler, yeni oluşan bir devleti tanıyıp tanımamakta serbesttirler. Tanımanın ihtiyari olduğunu ortaya koyacak pek çok örnek vardır. Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri’nin Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ni tanıma 15 yıl gibi bir zaman almış, Çin Halk Cumhuriyeti’nin Amerika ve kimi batılı devletler ve Türkiye tarafından tanınması 1971 senesini bulmuştur.. Arş. Gör. Selcen Erdal, Uluslararası Hukukta Tanınma Kurumu ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Örneği, s.163-164
Sonuç olarak; Bağımsız ve egemen devletimiz Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti uluslararası Hukuka göre vardır ve var olmaya devam edecektir. Kıbrıs Türk Halkı, anavatanımız Türkiye’nin de desteğinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınmasını sağlamak azminde ve kararındadır.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Sen Çok Yaşa…