Türkiye’nin de, bizim de tarihimiz “Sahte kahramanlar” ile dopdoludur…
Geçen hafta, askeri bölge içindeki Maraş Orduevi’nde “siyasi show” yapanların; tarihte “kayda değer” bir yer almaları, hatta kendilerinden bir satırcık olarak bile söz edilmesi elbette beklenemez.
Ancak; bu berbat ve yersiz “show”un “figüranları”nın, nelere “alet oldukları” kendilerince algılanmasa da, toplum bu Alaturka “oy devşirme” girişimini unutmayacaktır.
Hele hele, Türkiye’de “hukuksuzluk” gündemi bu kadar ayyuka çıkmışken, Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun işini gücünü bırakıp, Maraş’ın ortasında siyasetçilerle birlikte hamaset yapması, geldiğimiz “kavşağı” göstermesi bakımından ibret vericidir.
İnsanın; “Sana ne oluyor be kardeşim? Maraş’tan sana ne?” diyesi geliyor…
Gerçekten; Maraş’ın gaylesi seni mi tuttu?
Adam, hem “Kıbrıslı Türkler kendi geleceklerine kendileri karar verecek” diyor, hem de bize “hukuki hileler” konusunda dünyayı kandırmamız için akıl vermeye kalkışıyor.
Bu adamın bu “huyu”nu buralara taşıması; Türkiye’de Erdoğan’dan yediği sağlam tokattan sonra oldu…
Olayı anımsayalım…
2014 yılının Mayısında, TC Danıştayı’nın 146. Yıldönümü nedeniyle düzenlenen toplantıda, bu şahıs, tam bir saat konuşmuş, “hukuk” derken “siyaset” yaparak Erdoğan’ı kızdırmıştı.
Sayın Erdoğan o zaman Başbakan’dı…
Metin Feyzioğlu konuşurken, Erdoğan ayağa kalkarak “Böyle bir edepsizlik olmaz ki?” diyerek sesini yükseltti.
“Tamemen siyasi bir konuşma yapılıyor ya böyle bir şey olabilir mi?” diyen Başbakan Erdoğan'ı o zamanki TC Cumhurbaşkanı Abdullah Gül sakinleştirmeye çalıştı. Başbakan, bu sözlerinin ardından salonu terk etti.
Tabii, o gün Feyzioğlu, Atatürk’ten de söz etmişti.
Türkiye’deki basın özgürlüğünden, basına yönelik sansürden söz etmişti.
Hukuk devletinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden söz etmişti.
İdari ve yargısal engellemeler, yasakçı zihniyet, bağımsız ve tarafsız yargıdan söz etmişti...
“Yönümüzü Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi değerler sisteminden otoriter rejimlere çevirmek, hepimizin zararına olur.” Bile demişti…
Üstüne üstlük “Üç fidanımız Deniz, Hüseyin ve Yusuf'un idamlarının acısını yüreğinde hissetmeyenimiz var mıdır?” diye sormuştu…
Kısacası; Türkiye’nin “hukuk garabeti”ni yerden yere vurmuş, Erdoğan’a ve AKP’ye muhalefet yapmıştı.
Sonra ne Oldu?
Aradan iki yıl geçtikten sonra, Beştepe’de Cumhurbaşkanlığı’nda ağırlandı…
Erdoğan’ın “liderliği”ni öven bir nutuk attı…
İşte, kendi deyimi ile “gönüllü vatandaşımız” olan ve Maraş konusunda bizimkilere “akıl veren” bu kişinin “döneklik” öyküsü böyle başladı…
Ne diyor?
Kıbrıs’ta güneş yeniden doğuyormuş…
Maraş; Koç Başı olacakmış…
Kiri pası temizlenecekmiş…
Kendi ülkesindeki “kiri pası” bırakıp buralara gelen Feyzioğlu, “Maraş hukuksuzluğunu” nasıl bay-pas ederiz ile de yetinmedi, iç politikamızda “taraf” olarak, Rum düşmanlığı üzerinden buradaki “hamaset” tutkunu politikacılara koltuk değneyi oldu.
TC resmi zevatının burada CB Akıncı’ya karşı yürtütüğü “yıldırma” operasyonunda “piyon” görevini üstlenmeyi kabullendi.
Beş yıl önce Erdoğan’ı kızdıran hukuk adına siyaset yapmak şeklindeki meziyetini, bu kez Erdoğan’ın ve onun adamlarının emrine sundu.
Hatta; bu ülkenin ekonomisine, üretimine de karıştı.
Ama en kötüsü; bir “hukuk adamı” olarak koskoca bir “hukuksuzluk” denizinin içine daldı ve uluslararası hukuk bağlamında bütün değerleri nerede ise inkar etti…
Hatta bize “BM sizi tanımazsa, siz de BM’yi tanımayın” diye maskarılık içeren tavsiyelerde bulundu.
Bu “zat-ı muhterem”in bizim “figüran”larla Maraş Orduevi’nde çektirdiği fotoğraf aslında bize şu mesajı veriyor:
Türkiye’de Uğur Mumcu’dan söz eden nutuklar attıktan sonra, çark edip ülkenin siyasal İslam güçleri ile “dayanışma” içinde olmayı seçenler bizimkilerin “akıl hocası” olmaya talip…
Bu gibiler; Osmanlı hayranı iktidar sahiplerinin kuyruğunda, onların “fetih” politikalarını burada pazarlayarak bizim acemi, biatçı siyasetçilere “ayar” çekiyorlar…
Siyaset uğruna “Hukuksuzluğun” hukukçular eli ile nasıl da “maskaralığa” dönüşebileceğini gösteriyorlar…
Dünyaya, BM’ye, AB’ye değil, oy verecek Karpazlı’ya hitap ediyorlar…
Bu “Türkten Türk’e” kampanyasını da bir tek nedenle yürütüyorlar…
Akıncı’yı oradan götürmek…
İşin ilginç yanı; bu sözümona “milliyetçi”lerin gayretleri ile Anastasiades’in niyetleri arasında hiçbir fark yok…
O da Akıncı’dan “kurtulmak” istiyor… Ersin Tatar gibiler gelirse (Ki mümkün değil) çözümsüzlüğün tüm suçunu Türk tarafına yüklemek ve rahata kavuşmak Anastasiades için altın bir fırsat olacak.
Bu yüzden de Tatar ve Özersay gibilerin “biat” politikaları ve teslimiyetçi gariban tutumları yüzünden Türkiye’yi yönetenlerin “dili” de “baskıları” da buralarda çeşitli kılıklarda kendini gösteriyor.
Akıncı’ya karşı tam bir “mahalle üslubu” kullanmaktan zerre kadar çekinmeyen ve “kabadayı” tavırları takınan Kıbrıslı olmayan politikacılar, bu topraklarda savaşmış kişilere saldırmayı adet haline getirebiliyor…
Bu yüzden; Cumurbaşkanı Akıncı’nın geçen seçimlerdeki başarısının çok üzerinde bir oyla seçilmesi artık “zaruret” halini aldı. Böyle bir sonucun vereceği birçok mesaj vardır.
En önemlisi; Kıbrıslı Türkler “biat” etmek değil, kendi evlerinin efendisi olmak istiyorlar.