Medyamızda “mahkeme haberleri” deyince, ilk akla gelen isim kuşkusuz Ergün Aydoğan’dır.

Ergün, aslında bir avukattı.

Mahkemelerdeki ilginç duruşmaları izler, “Mahkeme Koridorları” adlı köşesinde yayımlardı.

Genellikle çift sütun genişliğindeki bu köşede yer alan haberler, başlık bile taşımazdı…

Daha sonraları, Halil Kaymaklılı da mahkemelerden haberler yapmaya başlamıştı.

Bu haberler gazete sayfalarında küçük, çerçeveli köşeler içinde yer alıyordu.

Yıllarca böyle sürdü…

Kıbrıs’ın kuzeyinde “demografik” yapı değiştikçe, bir köşe yazısı boyutundaki mahkeme haberleri, gazetelerin sayfalarını “işgal” etmeye başladı.

Bu “işgal” öylesine bir yayıldı ki, zamanla, gazetelerin ön sayfaları mahkeme haberlerinin “istilâ”sına uğradı.

Medyamız; giderek “polis basın bülteni”ne dönüştü.

Tabii “yandaş medya”nın önceliği Tatar ve Üstel’dir.

Önce onlar ön sayfadaki yerlerini alırlar, hemen arkasından da “polisiye haberler” kocaman başlıklarla okurlara sunulur.

Bu, Kıbrıs’ın kuzeyindeki değişimin, sosyolojik dönüşümün göstergesidir.

Kıbrıs’ın kuzeyi ne yazıktır ki, giderek “kriminal” sicili ile anılan bir coğrafyaya dönüşmüştür.

Türkiye’nin en ünlü tv kanallarında oynayan dizilerde bile, KKTC’den söz edilirken bu “kriminal” niteliğimiz öne çıkmaktadır.

Bir pazar sabahı, birkaç basılı gazete alarak ülkede olup bitenlere bir “göz atmak” bile “yaşam kalitemizin” nasıl da her geçen gün aşağılara çekildiğini anlamamıza yeter…

Adam; Mutluyaka’da giderken, kafasına esmiş, havaya 6 adet kurşun sıkmış…

Bir başkası, Aslanköy’den geçerken, araç içinde “müstehcen” poz vermiş…

18 yaşındaki delikanlı Lefke yolu üzerinde “dur” diyen polisi darp edip kaçmış…

Mağusa’da, araç içinde polisin “tecavüzü alet” diye nitelediği bıçak, Karava’da ise şiş bulunmuş…

Bu listeye bir de “trafikten men edilen araç” sayılarını ilave edin…

Yollarda polis tarafından durdurulan araçların ortalama olarak dörtte birinin “suç işlediğini” göz önüne alın…

İşte size tam bir “Üçüncü dünya ülkesi” manzarası…

Toplumsal kalitenin son 5 yılda bu kadar aşağılara çekilmesinde, elbette Bay Tatar’ın ve UBP’nin büyük sorumluluğu vardır.

İnanın; siyaset kurumu içinde yaşananlarla kıyaslandığında, günlük yaşamın bu derecede “kirlenmesi” çok daha can yakıcıdır.

Kıbrıslı Türkler, bu gelenekleri, yaygın toplumsal kültürü, birkaç günde oluşturmadılar…

Ancak görülüyor ki, tüm değerleri “kolayca” yerle yeksan eden bir “asimilasyon dalgası” üzerimizden geçiyor.

Toplum mühendisliğini planlayan “dış güçler” yalnızca siyaseti “dizayn” yapmakla yetinmediler, her bireyin günlük yaşamına doğrudan dokunacak “aparat”larla dokumuzu lime lime ediyorlar.

Bu “Kıbrıslı” dokusu, hiç ama hiç direnmeden “mutasyona” uğramaya başladı.

Artık, Sanayi Bölgesi’nde, her köyde, hemen her bölgede günde beş kez, sonuna kadar açılmış “volüm”ü insanın ruh halini bozan, ilavelerle uzatılmış Ezan sesine kimse “gık” demiyor…

“Külliye” yapılacak diye, Lefkoşa’nın neredeyse yeşil alanlarının yarısının hallaç pamuğu gibi atılmasına, Metehan geçiş kapısında, Rumların gözüne sokarcasına minareler dikilmesine kimse aldırış etmiyor…

Bu yüzdendir ki bu “genel” uyuşukluk durumu, “teslimiyet” psikolojisi, siyasette yaşananları da kolayca kanıksamamıza yol açıyor…

Gündelik yaşam, bu biçimde “işgal” ve “istila” altında ilerlerken, siyasette “darbe” olmuş, kimsenin kılını kıpırdatmasına gerekçe olamıyor…

Önce Mustafa Akıncı “alaşağı” edilmişti.

Sonra UBP’nin seçilmiş başkanı…

Sonra DP ve YDP’nin “gönüllü teslimiyeti”ni yaşadık…

Tayinli parti başkanı, tayinli bakanlar, tayinli Başbakan…

Bütün bunlara bir güzel alıştık…

Sonra “Meclis darbesi” geldi…

Dış güçler; “sadece gidecek olanı değil, gelecek olanı da biz belirleriz” dediler…

Tuttular, “Öz Türklerden” olan bir kişiyi, koltuğa oturttular…

Ana muhalefetimiz ise, “bu hukuk dışıdır” diyor…

Oysa; “dış güçler” bu “mühendisliği” büyük bir maharetle yapıyor.

“Ahmak” yerine konulan bir toplumun gözlerinin içine baka baka “hukuk mukuk yok” demeye getiriyor…

Gerçekten de “Darbe”nin hukuğu mu olur?

Baksanıza; “anayasa”yı da ikide bir Bay Tatar’a “çiğneterek” hukuktan söz edecek olanların alınlarını karışlıyorlar…

Adam; “devlet”in tepesinde hiçbir yasada yeri olmayan bir “oluşum” yarattı. Askeri Komutana, Büyükelçi’ye burada sandalye verdi.

UBP’nin kurultayında konuşması yetmezmiş gibi, geçenlerde büyük bir “suç” daha işleyerek “Parti Meclisi”ne gidip konuştu.

Tüm bu anayasa dışı “eylemler” Kıbrıs’ın kuzeyinde Rumlarla eşitlik arayan bir “devlet”in yapacağı işler değil…

Tam tersine bir “ilhak” modeline doğru, döşenen taşlar görünümü veriyor…

Bir yandan gündelik hayatın istilası, bir yandan siyasetin darbeyle yeniden kurgulanması…

Müthiş çalışıyorlar…

Taşeronları da; tıpkı Koloni idaresinde İngiliz’e “obedient servant”lık yapanlar gibi, kulluk etmekten onur duyuyor…

Öte yandan; ayrıştırıcı Türkiyelilerin “İlahiyatçı” Başkanı, Kıbrıs’ı “Türkiye’nin sırtında kambur” nitelemesine destek verirken, bu “taşeronların” neden rahatsız olduğunu anlamak mümkün değil…

“Başkanlık” tartışmaları da, “kambur” hikâyeleri de, hepsi “ilhakçı” projeye hizmet ediyor…

Bunu fark eden var mı?