Rum Ortodoks Kilisesinin düzenlediği 15 Ocak 1950 Enosis Plebisitinin %96 oranında ‘Evet’ oyu ile sonuçlanmasının ardından 28 Haziran 1950’de Makarios II’nin ölümü sonrası, konu Enosis Plebisitinde büyük hizmetleri olan Kition Piskopos’u Makarios III 18 Ekim 1950’de Başpiskopos olurken Rumların Enosis istekleri tavan yapacaktı..
1950 Enosis Plebisiti sonuçları 1954’te BM’e taşınarak Kıbrıs Halkına self-determinasyon hakkı verilmesi istenmesi Anavatanımız Türkiye ve İngiltere’nin girişimleriyle 17 Aralık 1954’te yapılan oylama ile 8 çekimser oya karşı 50 oyla reddediliyordu..
Bu gelişmenin ardından ABD dönüşü Rum-Yunan heyetleri Atina’da yaptıkları toplantı sonrası Kıbrıs’a silah sevkiyatına başlanır. Makarios’un eylem planları çağrısı üzerine de daha 1952’de Atina’da kurulan EOKA tedhiş örgütü Yunanistan’ın desteğinde Albay Grivas, 1 Nisan 1955’te Türklere ve İngilizlere karşı Lefkoşa’da bombalarını patlatarak faaliyete geçiyordu..
1950’li yılların 2. Yarısında EOKA’nın lideri Alb. Grivas , “Ateş İle Su Yan Yana Gelirse Türklerle Anlaşabiliriz” dediğini ve bunu hayatı boyunca sürdürdüğünü unutmayalım..
1955-1958 yılları arasında EOKA tedhiş örgütü Kıbrıs Türk Halkına ve İngilizlere karşı silahlı ve bombalı saldırılarda bulunarak yüzlerce Türk’ün ve İngiliz’in ölümüne ve binlercesinin yaralanmasına neden oluyorlardı..
11 Şubat Zürih-19 Şubat 1959 Londra Antlaşmaları temelinde Kıbrıs Türk ve Rum Halklarının siyasi eşitliğine, egemenliğine ve ortaklığına dayalı olarak Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin garantörlüğünde 16 Ağustos 1960 Lefkoşa Antlaşmalarıyla Kıbrıs Cumhuriyeti kurulurken ayni gün 650 kişilik Türk Alayı ve 950 kişilik Yunan Alayı Mağusa Limanından Kıbrıs’a çıkarken Rum-Yunan ikilisi bu antlaşmaları Enosis’e sıçrama tahtası olarak göreceklerdi.
Nitekim Zürih ve Londra Antlaşmalarını imzaladıktan sonra 6 Mart 1959’da Kıbrıs’a dönüşünde halkına yapmış olduğu konuşmada Makarios: “Merak etmeyiniz bu antlaşmalar Enosis’e sıçrama tahtası olacak” derken diğer yandan da bu antlaşmalar nedeniyle kendisini Yunan Meclisinde tenkit edenlere Yunanistan Dışişleri Bakanı Averof: “Beyler , düşününüz bir kere Enosis’e İngiliz yönetiminden mi yoksa Kıbrıs Cumhuriyeti’nde mi daha kolay gidilir” diyordu..
Neticede Enosis’e giden yolu açmak için Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasında 13 maddeyi değiştirme girişimini başaramayan Makarios; tarihin derinliklerinden gelen Enosis hayallerini şiddet yolu ile gerçekleştirmek için Akritas Planını 21 Aralık 1963 Kanlı Noel saldırıları ile devreye koyacaktı.. Konu silahlı saldırılarla, Kıbrıs Türk Halkı memurlarıyla, milletvekilleriyle Bakanlarıyla silah zoru ile 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nden dışlanırken 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Rum Devletine dönüştürülüyordu..
O günde 8 saat içerisinde Lefkoşa’da Türkleri esir almayı ve de 24 saat içerisinde ada genelinde tüm Kıbrıs Türk Halkını etkisiz hale getirmeyi hedefleyenler bunu başaramayacaklar ve de Kıbrıs Türk Halkının direnişi yıllarca sürecekti…
Kıbrıs Türk Halkı; Adanın her yanında, Lefkoşa’da, Mağusa’da, Larnaka’da, Limasol’da, Baf’ta, Beşparmak Dağlarında, Snt. Hilarion’da , Erenköy’de diğer kent ve köylerde Direndi!.. Direndi!.. İstiklal Marşını Okuyabilmek İçin, Direndi!.. Ayyıldızlı Bayrağı Altında Hür Yaşamak İçin, Direndi! Atatürk İlke ve Devrimleri Doğrultusunda Yürüyebilmek için…
21 Aralık 1963 Kanlı Noel saldırılarının ardından Kıbrıs sorununun BM Güvenlik Konseyi’ne taşınması sonrası alınan 4 Mart 1964 tarih ve 186 sayılı kararda: Kıbrıs Adası üzerinde bir BM Barış Gücü’nün kurulması yanında Türkiye’ye yönelik olarak kararın I. maddesinde “Uluslararası Barışı tehlikeye sokacak herhangi bir harekatın yapılmaması isteniyordu. Bu karar , öncelikle Rum-Yunan ikilisinin günümüze kadar gelen çözümsüzlükte ve Enosis’e giden yolu açma mücadelesinde cesaretlendiren bir karar olacaktı..
BM Güvenlik Konseyi kararının ardından Rum-Yunan ikilisinin silahlı saldırıları tüm adaya yayılırken Makarios: “Ya Boyun eğerler ve Azınlık Statüsünü Kabul Ederler Ya da Giderler” diyordu..
Benzer şekilde; 1971’de vermiş olduğu bir beyanatında da Glafkos Klerides: “…Çözümsüzlük , bizim için en iyi çözümdür. Bugün, neysek yarın da oyuz. Gelecek yıl da oyuz, her yıl da o olacağız. Yüzde yüz Rumlardan oluşan bu idareyi dünyaya meşru Kıbrıs Hükümeti olarak tanıttık. İçimizde vetosuyla bir Cumhurbaşkanı Muavini yoktur, üç Türk Bakan yoktur, Türk Milletvekilleri yoktur ve biz meşru hükümet olarak tanınmaktayız. O halde Kıbrıs Türklerini ne diye içimize alalım. Onlar, Ada’nın %3’ne sıkıştırılmış vaziyette ekonomik açıdan perişan durumdadırlar. Ya bize boyun eğecekler veya Adadan çıkıp gideceklerdir..” diyordu..
15 Temmuz 1974’te Yunan Cuntası desteğinde Makarios’a karşı gerçekleştirilen gerçekleşen darbenin de esas hedefi Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakını sağlamaktı. Nitekim Makarios’un yerine getirilen Nikos Sampson 17 Temmuz 1974’te Kıbrıs Helen Devleti’ni ilan etmişti…
O günde darbeden sağ kurtulan ve İngilizler vasıtasıyla adadan çıkmayı başaran ve 18 Temmuz 1974’de BM Güvenlik Konseyi’nde gerçekleştirdiği konuşmasında garantör devlet İngiltere ve Türkiye’ye yaptığı çağrıda Makarios: “Müdahale ediniz, Kıbrıs’ta Türklerin de Rumların da hayatları tehlikededir” diyordu..
Yine o günde Anavatanımız Türkiye Başbakanı Bülent Ecevit’in diğer garantör devlet İngiltere ile birlikte hareket etmek için 17 Temmuz’da İngiltere’ye kadar gidecek ancak eli boş dönecekti. Bu gelişmeler karşısında Anavatanımız Türkiye 20 Temmuz 1974 Barış Harekatı’nı gerçekleştirirken Yunanistan’a demokrasiyi ve Kıbrıs’a da barışı ve huzuru getiriyordu.
31 Ağustos-2 Eylül 1975 tarihleri arasında Viyana’da Rauf R. Denktaş ve Klerides arasında gerçekleşen görüşmelerin ardından imzalanan Nüfus Mübadele Antlaşması ile Kuzey Kıbrıs’tan yaklaşık 65 bin Rum Güney’e ve Güney Kıbrıs’tan 65 bin Türk Kuzey’e geçerken iki bölgelilik oluşuyordu..
20 Temmuz 1974 Barış Harekatı ile Kıbrıs’a barış ve huzur geldi.. Yunanistan2a da demokrasiyi getirdi. 20 Temmuz 1974 Barış Harekatı ile doğan gerçekler, bu adada Türk Halkı var oldukça ve Anavatanımız Türkiye’nin varlığı bu adada sürdükçe, Enosis’in gerçekleşmeyeceğini dost düşman herkesin gözüne sokulmuştur.
Kıbrıs’a barış ve huzur gelmesi için gerçekleştirilmiş olan 20 Temmuz 1974 Barış Harekatı gerçekleştirilmemiş olsaydı bugün Kıbrıs’ta Türk varlığından söz edilemeyecekti.. Kıbrıs Türk Halkı; 15 Kasım 1983’te self-determinasyon hakkını kullanarak bağımsız ve egemen devletimiz Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni ilan etmiştir. KKTC’ni yaşatmak ve tanınmasını sağlamak Kıbrıs Türk Halkının en başta gelen görevi olmalıdır..
Uzun yıllardan beri Kıbrıs’ta adil ve kalıcı bir siyasi çözüm için Federasyon gibi siyasi bir çözüm üzerinde durulmuştur. Maalesef günümüzde Rum liderliği oluşturucu eyaletlerden söz eder ve Kıbrıs Türk Halkının siyasi eşitliğine egemenliğine, ortaklığına saygı duymazken, Anavatanımız Türkiye’nin etkin ve fiili garantörlüğünün iptalini, Kıbrıs’taki Türk askerinin gitmesini, Anavatanımız Türkiye’den gelen soydaşlarımızın geri dönmesini isterken, Kıbrıs Türk Halkının Anavatanımız Türkiye ile olan bağlarının koparılmasını hedeflerken aramamızda maalesef hala daha Rumlarla federal bir devlet çatısı altında bir araya gelmeyi hedefleyenler vardır..
Şunu çok iyi bilmeliyiz ki; hiçbir Rum Lider, Kıbrıs’ta Türk ve Rum Halklarından ve eşit haklarından bahsetmez ve de bahsedemez. Rum-Yunan ikilisine göre Kıbrıs Türk Halkı Kıbrıs’ta azınlıktır ve ‘azınlık’ haklarına razı olmalıdır. Hiçbir Rum lideri olası bir siyasi çözümde Kıbrıs Türk Halkının yönetime ve hükümete eşit haklarla ortak olmasını sağlayacak bir antlaşmaya evet demez ve de diyemeyecektir.
20 Temmuz 1974 Barış Harekatı gerçekleştirilmemiş olsaydı, bugün Rum-Yunan hayalleri çerçevesinde Kıbrıs’ta bir Helen Devleti kurulmuş olacaktı... Rum-Yunan ikilisi dün olduğu gibi bugün de ayni düşünce içindedirler.
Kıbrıs Türk Halkı Anavatanımız Türkiye ile vardır ve Anavatanımız Türkiye ile birlikte var olmaya devam edecektir. Yıllar geçse de Rum Liderliği ayni dili konuşuyor ve de Kıbrıs’ta Enosis’in gerçekleşmesi hayali içinde yaşıyor..
Kıbrıs Türk Halkına düşen görev daha fazla zaman kaybetmeden bağımsız ve egemen devletimiz KKTC’nin tanınması için yola çıkmaktır. Bunun için de KKTC’nin varlığına inanan, KKTC’nin yaşatılması gerektiğine inanan ve tanınması için Anavatanımız Türkiye ile birlikte yola çıkacak bir KKTC Cumhurbaşkanına ihtiyacımız vardır..
Kıbrıs Türk Halkı olarak şimdilerde bize düşen görev; 11 Ekim 2020 gerçekleştirilecek KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde KKTC’nin yaşatılması ve tanınması gerektiğine yürekten inanan ve bu yolda yürüyecek bir Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı seçmek olmalıdır…
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Sen Çok Yaşa .. DEVAM EDECEK...