Motorlu araçların karayolunda kat ettikleri kilometreler arttıkça “Trafik Kazası” denilen afet yolları sarmış, nice yuvaları yıkmış nice emellere bir anda son vermiş hatta milletlerin hayatında büyük yaralar açmış milli ekonomiyi şiddetli sarsmıştır.

            Karayolunda can ve mal emniyetinin sağlanması bütün devletlerin baş sorunu haline gelmiştir. Bütün milletler arası ilişkilerde Trafik Emniyet-Yol Emniyeti ciddiyetle ele alınmış teknikte ileri ülkeler komşu ve dostlarına öncü olmak, yardım etmek suretiyle insanlığı tehdit eden bu trafik afetine karşı savaş başlatmıştır.

            Dünya ülkelerindeki sürücü problemi ile motorlu nakil vasıtlarının teknik inkişafına kısaca göz atarsak, görürüz ki, trafik bakımından sürücünün geçmişte istenilen ile bugün için beklenen tamamen ayrı ayrı şeylerdir. Motorlu nakil vasıtalarının trafiğe iştirak ettiği ilk tarihlerde sürücüden istenen motordan anlaması ve vasıtanın belirli bir istikamet vermesi idi. Daha sonra buna direksiyona hakimiyet ve trafik kurallarını bilme ve riayet eklenmiştir. Bu görüş altında bir sürücü adayının trafik bakımından ehliyeti, onun bedenen sağlam olması, ruhi bozukluk göstermemesi, bilhassa görme ve işitme organlarının trafiğe uygun olması ile değerlendirilmiş ve halen de öyledir.

            İkinci husus, sürücünün trafiğe uygunluğu ve trafik bakımından emniyet göstermesi adayın zekasına, trafik kurallarını öğrenmedeki başarısına, motordan anlamasına ve direksiyon hakimiyetine bağlanmıştır.

            Her bir sürücü adayı, şu yukarıdaki hususları havi bir sınavı başarı ile vermişse onun trafiğe sürücü olarak iştirakindeki bir mahsur kalmamış demektir. Burada unutulan ve bugünün trafik üzerinde titizlikle durduğu üçüncü bir husus vardır ki; bu sürücünün trafik akımı içinde gösterdiği şahsiyet ve karakterine sımsıkı bağlı reaksiyonlardır. Biz bu reaksiyonların toplamına sürücünün “Trafik kabiliyeti” diyoruz. Eğer bir sürücü direksiyon  başında kendi bedeni kudretini ve ruhi halini iyice değerlendirebiliyor, kullanmakta olduğu vasıtanın karakterini yola ve trafik kurallarına otomatik olarak uydurabiliyor. Gerek taşıdığı yolcu gerek diğer hareket halinde olan vasıtalara karşı hürmetkarsa bu sürücü trafiğe kabiliyetli demektir.

            Bunun aksi, eğer bir sürücü direksiyon karşısında elindeki vasıtayı yalnız kendi şahsiyet ve benliğini tatmin edecek bir alet oyuncak gibi görmeyi vasıtasını bu yönde kullanmayı adet haline getirmişse bu sürücü trafik bakımından kabiliyetsiz veya eksik kabiliyetli demektir.

            Görülüyor ki şahsiyet ve karakter bakımından trafiğe kabiliyetli sürücünün bulunması, eğitimi ve yetiştirilmesi bugünün ana davasıdır. Ancak KKTC’de bu yönde açılmış her hangi bir adım yoktur. Bizde sürücüler özel şoför okulları vasıtası ile sınava girerek ehliyet almaktadırlar. Devletimizin bu yönde bir sınav politikası olmadığı gibi sınav tüzüğü de yoktur. Daha ötesi kendi halkına öğretecek bir karayolları kurallarını içeren el kitabı da yoktur. Dünyada kaç ülke vardır kendi halkına karayolları kurallarını öğretmeyen?...

            Demek ki biz sürücülerimizi eğitemedik. Madem ki eğitim ailede başlar, okulda gelişir, toplumda pekişir, şu halde her yaşta ve düzeydeki kişileri eğiterek trafik güvenliği kurallarını öğretmek ve uygulama alışkanlığını kazandırmak gerekir. Bu programlar içinde kazalarda ilk yardım kuralları da öğretilirse kazaya uğrayanlarda daha az ölüm ve sakatlık gelişmiş olur. Eğitimle ilgili diğer önemli kusur sürücü olacak adayların eğitimidir. Bizde pratik olarak trafik kurallarını ezberlemeyen yeni sınavda başarılı olmayan sürücü olmaz, fakat kaza yapan ehliyetli sürücülerin 95% ine kaza nedeni kurallara uymamaktır. Bu durumda bizim gibi eğitim ve algılama düzeyleri farklı toplumlarda kuralları ezberleten değil “uyma alışkanlığı kazandıran şoför okulları” açmak zorundayız. Aksi taktirde trafikte kuralları uygulamak mümkün değildir…

            Gelin, yarın sizler için geç olmadan, bugün bizler için trafik önlemlerini almakta erken davranalım.