Bir Açıkhava konseri, bir insanın yüreğinin ta diplerine, bu kadar gerçekçi biçimde dokunabilir mi?
Bir konserin çok sesliliği; bir toplumun geleceğe dair var oluşunu haykıran bir çığlığa dönüşebilir mi?
Bir Açıkhava konseri, söz ve müziği; nostaljiyi özlemle, ülke sevgisini umutla harmanlayarak gecenin karanlığında Akdeniz’in serin suları üzerinde yükselen bir “varoluş” konçertosuna dönüştürebilir mi?
Hem de nasıl…
Sözün ve müziğin yapamayacağı “devrim” dönüştüremeyeceği “beyin” yoktur herhalde…
Geçen Cuma akşamı, Girne Amfi Tiyatro’da; Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası ile “Sıla 4”ün gerçekleştirdiği konser, Kıbrıslı Türkler’in bu topraklarda sonsuza kadar “var olacaklarının” güçlü ve kaliteli bir kanıtı gibiydi…
Sahnede, bu toprakların binlerce yıllık “kültürel miras”ından beslenerek yarattığımız, “bizim” değerlerimiz vardı…
Orada buram buram “biz” vardık… “Kimliğimiz” vardı… “Geçmişimiz” vardı… “Geleceğimiz” vardı…
Orada; tahta “sanduka”dan çıkmış ak gelinlik kadar “rafine” bir “yerel”lik vardı…
Orada; “mani”lerimizin Sıla 4’le yıllardan beridir sürdürdüğü yolculukta; çok sesli müzikle buluşması ve çağdaş “tını”larla iç içe geçerek “dünyalı”laşması vardı…
Ama; tüm bunların çok çok ötesinde, o sahne; adeta “toplumsal” varoluşumuzun pastel renkli bir gurur tablosuydu…
Bir ara, yerimde duramadığımı duyumsadım… Ellerimi, ayaklarımı nereye koyacağımı bilemedim…
Basamaklardan aşağıya koşmayı, sahneye atlayıp Erdinç’e, Ferahzat’a sarılmayı düşündüm…
Beni ve benim gibi yaş almış olanları eskilere, “getto” yaşamının zorlu günlerine götürdüler…
Arasta’da, 22. Bölük’te, Yeşil Gazino’nun bir “balık odası” vardı… Bir ara bu loş ve deniz kokulu odada kendimi sevgili rahmetli Raif’le sohbet ederken yakaladım…
Bana bir sohbetimizde; tam beş tane kitap hediye etmişti… “Yoldaşım Hasanemin’e” diye imzalayarak…
Raif o akşam sahnedeydi… Erdinç’in ve Ferahzat’ın yanıbaşındaydı…
Eski vefalı dostum Aydın Kalfaoğlu’nu da gördüm o akşam sahnede…
O da bana acı bir “yolculuk” yaptırdı gecenin tadına vardığım sırada…
Aklıma; yazılarımdan ötürü açılan davalar geldi… Aydın’ın, mahkemelerde beni nasıl canhıraşla savunduğunu, aman ceza yemeyelim diye çırpındığını anımsadım…
Sonra çıktım oralardan, Aydın’a da Raif’e de birer gitar verdim, sahnede yerlerini aldılar, sonuna kadar da oradan hiç ayrılmadılar…
Geceye baktım, seyirciye baktım, halkın arasında oturmuş Cumhurbaşkanı’na baktım, bizi bir “ortak paydada” buluşturan bu müziği bu kadar “güçlü” kılan tılsımı keşfetmeye çalıştım…
Herşeyden önce; Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası, artık Kıbrıslı Türklerin “onur ve gurur kaynağı” oldu…
Bir toplumun; kültürü ve sanatı ile dünyada “görünür” olabileceğini, çağdaşlık liginde kendine iyi bir yer edinebileceğini herkesin anlaması gerekiyor…
Cumhurbaşkanı Akıncı, eşi Meral Akıncı ile birlikte bu “anlayış”a sahip olduklarını, sık sık kültür ve sanata verdikleri değerle gösteriyorlar…
Bugün toplumun “Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası”na sahip olması, büyük bir şansımızdır.
Ama daha da önemlisi; bu oluşumun yaptığı işler, ürettiği projelerdir.
Gördüğüm kadarı ile Cumhurbaşkanı Akıncı, eşi Meral Akıncı ile birlikte orkestraya tam destek veriyor, “yürüyün” diyor…
Onlar da yerlerinde duramıyorlar… Çoğumuzun hayal bile edemeyeceği işbirlikleriyle topluma müthiş zenginlikler yaşatıyorlar…
“Sıla 4” projesi ile de müthiş bir çıkış yaptılar…
En başta orkestra düzenlemelerinin mimarı Şef Ali Hoca’yı yürekten kutluyorum…
Bu performans zenginliği ve üretkenliği ile devam ederlerse, Kıbrıs Türk toplumunun “imaj”ına, buralarının yalnızca kumar ve gece kulübü mekânı olmadığına, burada çağdaş, kültürüne sahip çıkan, entelektüel düzeyi yüksek bir toplumun yaşadığına tüm dünya şahit olacaktır.
Hani bazı politikacılar “KKTC’nin marka değeri” derler ya; bunu savaş gemilerinin güvertesinde nutuk sallamak ya da Maraş’ı açarım ha gibi tehditlerle Rumları korkutarak yapacaklarını sanıyorlar…
Ancak öte tarafta; bunu kültürle, sanatla ve hepsinden önemlisi “aşkla” yapan birileri var ve bu yüzden bu orkestranın kurulmasına öncülük edenleri kutlamak gerekmektedir.
Konser’in müziksel tadı ve “içeriği” yanında, teknik düzenlemesi ve görsellikle zenginleştirilmesinin de geceye renk kattığını not etmek gerekiyor.
Lefkoşa Folklor ve Gençlik Merkezi’nden gençlerin Kıbrıs oyunları, Garanfil şarkısı sırasında KİKEV’in (Kıbrıs İşitme Konuşma Engelliler Vakfı) işaret dili ekibinden çocukların sahnede eşlik etmeleri, bir konserle farklı “duyarlık”ların da gündeme taşınabileceğini, farkındalık yaratılmasına katkı konabileceğini gösterdi…
Kamran Aziz’in “Kıbrıs'ım”ında vokalistler Simge Akdoğu, İnci Moreket Alicik, Eril Cambaz ve Emre Pehlivan’ın katkıları da harikaydı…
İnci Moreket’in insana “opera” keyfi yaşatan sesi ile sahnedeki viyolensel, kontrabas, viyola, keman, klarnet, obua, flüt, fagot, korno, trompet ve timpani sanatçılarının yetenekleri müthiş bir gelecek vadediyordu…
Keşke; bu herşeyi ile “bizim” olan müziği, kültürü, sanatı “toplum adına” dünyaya taşıyabilsek…
Keşke; başka alanlardaki ünümüzü müzik üreterek, sanat yaparak alt edebilsek…
Yapamaz mıyız?
Her yıl turizm mevsiminde, tüm otellerden otobüslerle konser alanlarına turlar düzenleyemez miyiz?
Başka ülkelerde olduğu gibi, çok önceden belirlenen programları ülkemize gelecek turistlere ulaştırarak, havaalanında onlara böylesine etkinliklerin listesini sunarak, kültürel tanıtım yapamaz mıyız?
Böyle “muhteşem” bir sanat olayını gerçekleştiren herkesi kutluyorum… İyi ki sizler varsınız…