Cumhurbaşkanı Akıncı önce Ankarada Türkiye Cumhuriyeti devlet yetkilileri ile görüştükten sonra geçtiğimiz hafta içerisinde Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri ile New Yorkta görüştü. Göreve geldikten sonra Kıbrıs konusundaki müzakere sürecine başlarken mutlaka yapılması gereken bu görüşmeler tamamlandığına göre de şimdi Kıbrısta Anastasiades ile tam gaz müzakere sürecine odaklanılacak. Ancak masada hala daha on-yılladır dillerden düşmeyen “iki bölgeli, iki toplumlu, federal” birleşik Kıbrıs…

Yıllar yıllara katılmış, dünya değişmiş. Dünya değişirken Kıbrıs adası da değişmiş ve adada bugün iki ayrı halk, kendi yönettikleri iki demokratik devlette yaşamakta ve kimlik kartınızı göstererek bir devletten diğerine geçmek birkaç dakikalık bir iş olmuş. Masada da birleşme konuşulmakta. Durum böyleyken iki halkın birbirinden ayrı durmak yerine kaynaşmalarını beklemek doğal olurdu ancak gelin görün ki iki halkı ayni halkın parçası olarak göstermek için yıllardır harcanan o kadar para ve uluslararası toplum destekli çabaya karşın bireyler ayrı durmayı seçmişler. Bu gerçek hepimizin önünde Beşparmak Dağları gibi dimdik dururken gerçek yerine hayali bir yapıyı seçip bunu her iki halka rağmen yaşama geçirtmek ilerde olası kanlı çatışmaları da beraberinde getirebilecektir. Korkarım, o zaman bugün bizi federal bir yapıda birleşmeye zorlayanlar ortada görünmeyeceklerdir.

Tam 52 yıldır Rumlar Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetini kendi başlarına, yani Kıbrıslı Türkler işlerine herhangi bir şekilde karışmadan, iyi veya kötü bir şekilde, yönetmişlerdir. Bizler de 1974 öncesi yok olmakla var olmak arasında verdiğimiz yaşam kavgasından sonra nihayet kendi devletimize ulaşmış ve iyi veya kötü bir şekilde, KKTCyi yönetmekteyiz. Federal yapı demek, Kıbrıslı Türklerin seçeceği veya atayacağı kişilerin Rumların yapısına da karışması ve yönetimin paylaşılması demektir. On yıldan fazladır açık olan sınır kapılarından geçen Rumlar Türklerle karışıp beraber bir yaşam oluşturamadığına göre bu yönetim paylaşımına hangi halk hazırıdır denilebilir ki?

Adadaki gerçekleri göz önünde bulunduran bir çözüm ise sürdürülebilir bir çözüm olur. Kim isterse tanır veya tanımaz. Ancak inkar edilemeyecek gerçek adada iki ayrı halkın oluşturduğu iki egemen üniter devletin olduğudur.

1968 yılından beri iki halk arasında müzakereler devam etmektedir. Bunun çok büyük bir bölümü federal bir çözüm olasılığı üzerinde odaklanılarak geçirilmiştir. Bu kadar zaman ve bu kadar çabadan sonra buna ulaşılamamış olunması bile artık başka formülleri de masaya getirme zamanının geldiğini göstermektedir. Bence artık masada kalıplaşmış söylemlerin dışına çıkılabilmeli ve alternatif çözümler de tartışılabilmelidir. Yarım asırdır ayni şeyin ardından koşup buna ulaşamamışsak biraz olsun değişik yaklaşımlar gereklidir.

Adada biri AB içerisinde olan ve birliğin verdiği gümrük ve diğer konulardaki avantajları kullanabilen, diğeri ise AB dışında kalarak bunun sunduğu fırsatlardan yararlanabilen ancak ikisi arasında bu konumlarının diğer devlete yardımını sağlayacak çok yakın anlaşmaların olduğu iki komşu devlete dayanan bir “çözüm” neden konuşulamasın?

Ya da zaten var olan iki devletten hareketle çok küçük bir üst yapının uluslararası temsiliyette iki devlete yardımcı olabileceği bir konfederal yapının ve bunun adada yaşayan iki halka getirdiği avantajların konuşulması neden sorun olsun ki?

Rumların korkusu Kıbrıslı Türklerin egemenliğinin olduğunun kabulüymüş. Peki Annan Planı için yapılan İKİ AYRI referandum zaten iki ayrı halkın olduğunu ve dolayısı ile de her iki halkın self-determinasyon hakkının bulunduğunu BM nezdinde tescil etmedi mi? Tabi ki etti.

Yeni federal bir devlet kurulurken bu devletin kurulmasına onay verecek iki ayrı egemen halk ve devlet olmadan bu yeni federal devlet kurulamaz. Kurucu Devletler zaten olan yetkilerinin bazılarını federal yönetime devrederek ancak federal devlet ortaya çıkabilir. Bunun başka bir yolu zaten yoktur. O zaman artık Rumlar da hayal aleminde yaşamaya son verip, gerçeklerle yüzleşip masaya öyle oturmalıdırlar.

 

50 yıldır bu rüyanın ardından koştuktan sonra tabuları yıkıp hayalimizdekini değil, işleyebilecek ve 21. Yüzyıldaki dünya ve ekonomik gerçekleri de kapsayan bir çözümü zorlamak iki liderin boynunun borcudur. Gerçekleri konuşalım ve çok geç olmadan yaşayabilecek, adada tekrar kan akmasına izin vermeyecek, her iki halkın ekonomik yaşamını ve hayat kalitesini yükseltebilecek bir çözüme doğru çaba sarf edelim. “Gerçek çözüm” ancak bu şekilde yakalanır.