Adıyaman’da yıkılan otelin altında can veren Kıbrıs Türkünü yalnızca otelin inşasında kullanılan eksik, kalitesiz malzeme, kesilen kolonlar ve kat sayısının olması gerektiğinden fazla olması alıp götürmedi.
 
Olanı anlamak için buna esas sebep olan“sosyolojiyi” tasvir etmek lazım.
 
Karşısındakini farklı görüşünden dolayı hemen gayrı milli ilan eden…
 
Hatta ileriye gidip cehennemlik ilan eden…
 
Yalnızca maddi çıkarı peşinde siyasi güç zehirlenmesi ile düşünemez olan..
 
Farklı düşüneni ötekileştirdiği için empati yapamayan, ben yaptım bak oldu diyen…
 
Çevresi yalnızca aynı kafa yapısındaki kalabalık bir sürüden oluşan…
 
Aynı kalabalığın içinde dünyaya gelmiş ve onun içinde göçüyor olmayı yeterli gören…
 
Her geçen gün kalesini ören ve duvarlarını dışarıya kapatan bu sosyolojinin ürünüdür depremde çöken binalar.
 
Başka ülke görmemiş.
 
Bir başka hukuk ve düzen görmemiş.
 
Huzur dolu şehirler görmemiş.
 
Betona gömülmemiş, adam gibi bir mimari görmemiş.
 
Görmemişlerin sosyolojisidir bu.
 
Herkesi kendine benzetme derdinde olan, hukuk değil siyasi güç odaklı düzenleme ile yönettiğini zanneden bu sosyoloji, bir gün sabah deprem ile uyanıyor ve uçtan uca ortalığı aslında pislik götürdüğünü görüyor.
 
Tüm bunlar görülüyor da ne oluyor?
 
Şöyle bir beklenti var.
 
Toplum tüm bunları görecek, anlayacak, uyanacak ve değişecek.
 
Deprem olunca yerküre fiziki değişime uğruyor ama muhatap olunan bu sosyoloji değiş artık diyerek değişmiyor.
 
Biz yakın geçmişe kadar Kıbrıs’ta bu sosyolojiden etkilenmeyiz, Türkiye’de yaşıyor olsak da Kıbrıs’a kaçarız diye düşünürken bu sosyolojinin yarattığı zihniyet depremde çocuklarımızı da önüne katıp götürdüğünü gördük.
 
Genel anlamda her şeyin kötüleştiğini hissettiğimiz bir dönemden geçiliyor.
 
Normal hayatın akışı içinde bile “uzaklara kaçmak” zamanıymış gibi geliyor.
 
Her şeyin çok güzel olduğu uzaklar, insanların dürüst olduğu, düzgün iş yaptığı, yolsuzluk yapmadığı, hatta aklına bile getiremediği uzaklar.
 
İnsanların birbirinin hakkına, sosyal yaşam tarzına saygı duyduğu uzaklar.
Ötekileştirme ile toplumu dizayn etmenin olmadığı, düşünülmediği uzaklar.
 
İsias mağduru aileler,hâkim olan bu sosyolojinin zemin hazırladığı zihniyetten,tarif edilemez acılarına kapılarak “kaçmak” ile hukuk devletinin egemen olduğu uzakları “kovalamak ve yakalamak” arasında bir tercih yapıyorlar. 
 
Yakın geçmişte birçok kez yaşandığı üzere etrafı her türlü pislik götürse ve öfke haklı da olsa uçtan uca alternatifini bir yerden başlayarak ortaya koymadıkça ne yazık kibu “sosyolojiyi”ikna edecek ve değiştirecek zemin ve iklim oluşmuyor.
 
Bu ikna sürecine yapacağı olası katkı açısındanverilen mücadele çok değerli.