Kıbrıs, bu günlerde “garantör”lerini ağırlıyor…
Önce TC Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu geldi. 2 gün sonra İngiltere Dışişleri Bakanı Dominic Raab buradaydı… Bu hafta başı da Yunanistan Başbakanı Kyriakos Mitsotakis geldi.
Önümüzdeki günlerde ise Avrupa Birliği Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josep Borrell geliyor…
BM Genel Sekreteri Guterres’in çağrısıyla önümüzdeki Mart ayı başlarında gerçekleşmesi beklenen “5+1” gayrı resmi toplantısının hazırlıkları bunlar…
TC Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu; ülkesinin, komşularıyla olan “küslük” politikalarına uyum sağlayan yeni “ray değişikliği” projesini buradaki yetkililerle ele aldı. Türk tarafının masaya koyacağı “ortaya karışık”ın “sos”unu Ersin Tatar’la birlikte belirlediler…
Çavuşoğlu, “KKTC Cumhurbaşkanlığı Sarayı”nın bahçesindeki basın toplantısında, muzaffer bir komutan edasıyla, “Bundan sonraki süreçte federasyon görüşmeyeceğiz” dedi.
Tarihsel ve resmi Türk tezi olan “federasyon”u terk etmenin “dayanılmaz hafifliği” içindeydi…
Ama Çavuşoğlu’nun asıl “hafifliği” Mustafa Akıncı’dan kurtulmasıydı ve onu asıl “muzaffer komutan” kılan da, bu ülkedeki “Türk operasyonu”yla, 18 Ekim’de kurduğu yeni statüydü…
Çavuşoğlu ve mensup olduğu hükümeti ile partisi, burada tüm siyaseti “kontrol” eder duruma geldikten sonra, “5+1” toplantısı gerçekten önem kazandı…
Türk tarafının yeni diye sunulan ama oldukça yaşlı olan iki devlet “tez”i; siyasal eşitlik değil, egemen eşitlik üzerine bina edildi…
Bu da “ayrı egemen devlet” anlamına geliyor. Tıpkı, BM Şartı’nın 2. maddesinin 1. fıkrasında tarif edildiği gibi…
Üstelik Türkiye, burada talep ettiği “iki devlet”in, müzakereler yoluyla ve Rum tarafının “rızasıyla” gerçekleşmesini istiyor…
TC Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu; Mustafa Akıncı’nın Cumhurbaşkanı olduğu dönemde de sık sık buraya gelirdi. O zamanlarda Meclis’teki tüm siyasal partiler bir araya gelir ve Kıbrıs sorununda atılacak adımlar birlikte belirlenirdi. Aslında bu; Rum tarafının “Ulusal Konsey” modeline karşılık gelen bir yapıydı.
Dışarıdan bakınca oldukça “demokratik” görünüyordu…
Çavuşoğlu’nun burada yürüttüğü “5+1” hazırlıklarında bu kez bu “model”in de canına okundu… Tüm “proje” Türk Dışişlerine ihale edildi…
Böylece ortaya çıktı ki Türk tarafı; “5+1”e, Çavuşoğlu’nun “insiyatifi”nde ve ciddi bir “ray değişikliği” iddiasıyla gidecek…
Elbette bu “ray değişikliği”nin, masada hiçbir “karşılığı”nın olmadığını, BM’nin de, diğer iki garantörün de Çavuşoğlu’nu ya da Ersin Tatar’ı “ciddiye almak” gibi bir “lükslerinin” ya da “yetkilerinin” olmadığını tüm dünya biliyor…
Garantörlerin de, BM’nin de “federasyon” konusunda “ellerini bağlayan” yığınla Güvenlik Konseyi kararları var…
Hangisinden söz edeyim?
716’dan, 649’dan, 1251’den, 1217’den, 1218’den…
1991’lerden beridir, “siyasal eşitlik” de dahil olmak üzere, olası bir anlaşmanın “anatomi”si BM kararlarında detayları ile yazılıdır…
Çavuşoğlu; “BM Güvenlik Konseyi kararları değişmeyecek şeyler değil” diyor…
Bunu söyleyen, BM Güvenlik Konseyi’ndeki beş daimi üyenin bir tekinin bile “desteğine” sahip olmayan bir ülkenin Dışişleri Bakanı…
Tabii; Sayın Çavuşoğlu’nun ve “Yüzde yüz fikir birliği” içinde olduklarını ilan eden Ersin Tatar’ın “ellerinin tersi ile” ittikleri başka “resmi belge”ler de var…
Hatta “uluslararası anlaşma” nitelikli sözleşmeler de…
En başta; BM kayıtlarında ve birçok kararda “referans” olarak gösterilen 1977 Denktaş-Makarios Anlaşması var…
1979 Denktaş-Kyprianu Anlaşması var…
Hadi bunlar “eskidi” diyelim…
“Ayrı egemen devlet” diye tarif ettikleri KKTC’nin “Anayasası” var… Bu anayasanın girişinde “Bağımsızlık Bildirisi” var…
Bu “bildiri”de de “federasyon” var…
Hatta KKTC’nin ilanının “iki eşit halk arasında ortaklığın bir federasyon çatısı altında yeniden kurulmasını ve sorunların çözülmesini engellemeyip, kolaylaştırabileceği”ni savunuyor bu devletin bağımsılık bildirisi…
Diyelim ki Çavuşoğlu “Boş verin bunları” dedi…
2014’ün 11 Şubatı’nda, kendi partisinin Başbakanı’nın bizzat kaleme aldığı “Eroğlu-Anastasiades Anlaşması” var…
Kısacası; “5+1”den, Çavuşoğlu’na bir “ekmek” çıkmaz… Tam tersine bu kez masa Türk tarafı üzerine devrilir ve Anastasiades de “namusu kurtarmış” olur…
Peki tüm bunları bile bile TC Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da “iki egemen devlet” tezine sarılması neden?
Aslında Sayın Erdoğan, bu “tez”in yarattığı kirlilik sayesinde, bir taşla birkaç kuş vurdu…
Birincisi; Mustafa Akıncı’yı “milliyetçilik” üzerinden vuracak bir silah edindi…
İkincisi; Maraş operasyonu ile AB’ye ve BM’ye “Kıbrıs’ta patron benim” mesajını verdi…
Artık, BM ve AB biliyor ki; Kıbrıs’ın kuzeyi “Erdoğan’ın arka bahçesi”dir…
Sayın Erdoğan, 2004’lerde de “Kıbrıs”ı, Karpaz’ın burnundan tutup sallamıştı…
16 yıl sonra geldiğimiz nokta; Sayın Tatar’ın dediği gibi “Serhat bir ülke” noktasıdır…
Ortaya çıkmıştır ki; ne Çavuşoğlu, ne Tatar bizi “egemen devlet” yapabilecek…
Olsa olsa serhat boylarında bir karakol olacağız…
“Mavi vatan” cephesinin ileri karakolu…