Kim söyledi ya da yazdı bulamadım ama Kıbrıs Türkü ve Rumlar arasında Kıbrıs sorununun çözümüne atfen yabancı bir akademisyenin “uzlaşma yeteneğinde, soykırım yaşamış Afrika kabilelerinden bile geridirler” mealinde bir şeyler söylediğini hatırlıyorum.
Duvar yıkıldı yıkılalı dünyada düzensizlik hat safhada ama diğer taraftan aralarında bir dönem çok ciddi problem yaşamış ülkeler sorunlarında ortak noktaları yine de bulup anlaşabiliyor. Elbette her ihtilaf ve müzakere birbirinden farklı. Ve elbette bize göre hangi sorun olursa olsun karşılaştırmaya gelince Kıbrıs sorunu bunların içinde en çetrefilli ve zor olanı!
Nerede okuduğumu hatırlayamadığım akademisyene göre yarattığımız algı üzerinde yine de durmak lazım. Anlaşamayan değil de yapanın nasıl yaptığını irdelemek adına birkaç da örnek vererek aklımızdakileri aktaralım.
ABD’nin iki dönem önceki Başkanı Obama, İran ve Küba ile ilişkileri normalleştirmek adına adımlar atılmasına ve anlaşmalar yapılmasına öncülük etmeyi başarmıştı. Dedim ya Kıbrıs sorunu kadar zor konular değil bunlar diyebilirsiniz. Esas olarak irdelemek istediğim konu herhangi bir ihtilafın zorluğu değil. Zorluğunun ötesinde temelde bugüne kadar dile getirmediğimiz eksik var mı diye irdelemek amacım.
ABD, İran’ın nükleer programını ve ambargoların bir kısmının kalkmasını da içine alan anlaşmaya taraf olarak, normalleşmenin ilk adımını atabilmişti. Hoş sonrasında Trump gelip bunu geri çevirdi ama yeni yönetim Obama’nın bıraktığı noktaya geri dönmek konusunda istekli. Emin olun arka planda aracılara gerek kalmadan görüşmeler yapılıyordur.
Hatırlayalım, İran 42 yıl önce günlerce ABD elçilik mensuplarını Tahran’da rehin tutmuştu.
İslam devrimi tüm kuralları ile öyle durmasına ve İran sınırlarının ötesinde kök salmasına rağmen masaya oturulup müzakere edildi ve bir noktaya varılabildi.
Her iki taraf da açık açık söylemese de ‘’geçmişte olanlar geride kaldı’’ noktasına gelebildi.
ABD, Obama’nın ziyaretiyle onurlandırdığı Küba ile de işi tatlıya bağlamayı başarmıştı. Emin olun yeni yönetim bunu da bıraktığı yerden devam ettirecektir.
Küba, 60 yıl önce ABD’nin Sovyetler ile dünya savaşının eşiğinden dönülmesine sebep olmuştu.
Komünizm tehlikesinin en somut sembolüydü sıradan Amerikan vatandaşı için. Hala daha da büyük bir kısmı için de öyledir.
Küba’daki yönetim de İran’daki gibi hala daha ayni yönetim.
Dünya elbette değişti ama kamuoyu nezdinde Küba’da abi gitti kardeşi geldi. İran’da da molla gitti molla geldi. Değişen pek bir şey yok.
Yıllarca savaş yapılan diğer bir ülke olan Vietnam ile de ayni şekilde işi tatlıya bağlayabildi ABD. Bugün ABD şirketleri Vietnam’da ekonominin her kesimine hâkim durumda.
Nasıl oluyor da gurur yapmadan, işi vatan hainliğine çevirmeden, geçmişte yaşanmış dramatik olaylara takılmadan bu açılımlar yapılabiliyor diye düşünmekte fayda var.
İrdeleyerek vardığım sonuç şu:
Bugünün olgusu kısa sürede elde edilecek güçlü bir ekonomik çıkara dayanıyorsa, dünün yaratılan algısını yumuşatmak için kamuoyu oluşturucuları harekete geçirmeye yetiyor.
Ama sırf ekonomi yetmiyor. Hatta yalnız başına ekonomik çıkar yeterli olmuyor. Nitekim bizim için de bu doğru değil mi? Doğalgazın paylaşımı ve bölge için üstlenilecek rolün getireceği ekonomik kazanım pek bir işe yaramış gözükmüyor. Anlaşma yapma noktasına gelmek için başka bir etken daha var.
Normalleşme ve anlaşma yapabilme zemini için taraflar birbirlerine ‘’onurlu çıkış’’ kapısı bırakmayı ihmal etmiyorlar.
Kamuoylarını buna arka planda iş birliği yaparak hazırlıyorlar.
Gizli arka kapı diplomasisini devreye sokabiliyorlar.
Ekonomik çıkar ile birlikte karşılıklı olarak onurlu çıkış yolunu bulmak ve buldurmak için birbirlerine yardımcı olmak, yeni bir sayfa açmak, açılım yapmak için ayrılmaz ikiliyi oluşturuyor.
Anlaşma yapabilmek için bu iki unsurdan biri diğerinden daha önemli değil. İkisinin de güçlü şekilde olması lazım.
Gelelim bizim sorunumuza.
Kıbrıs sorunu da ansızın çözülür mü diye bekleyip duran, her sıcak havada çiçek açmaya meyilli yerli erik ağaçlarımız var.
Ama yine de bu sorun çözülemiyor. Her seferinde aniden bastıran don ile dön başa erik ağaçları çiçek döküp bir sonraki baharı bekliyor.
Her iki taraf için de geçmişte yaşananların etkisinden kurtulmak için ‘’onurlu çıkış kapısı’’ bir türlü inşa edilemiyor.
Taraflar için ‘’onurlu çıkış kapısının’’ olmaması, tarafların ‘’onurlu çıkış kapısını’’ inşa edebilmek için kimin ne yapacağını ve hangi ilk adımı atacağını bir türlü kestirememesinden dolayı olduğunu hiç düşünen oldu mu?
Yıllardır her iki taraf da kendi ‘’haklı davasını’’ kamuoylarına ve aracılara anlatıp destek beklerken, aracılar çözümün nasıl olabileceğini görseler de kontrolü elden bırakmadan bizi seyretmeyi yeğlemektedirler. Onlar da bildikleri fiili durumu her ne sebepten dolayı olursa olsun yıllarca bilmediklerine tercih ettiler.
Belli bir süre üst seviyede gizli şekilde yürümesi gereken arka kapı diplomasisini iki taraf devreye sokamamanın eksikliğini yaşıyoruz.
Biz bir yerde belki de tarihimizde ilk defa farkında olmadan bu yöndeki fırsatı kaçırdık.
O fırsatın yüzeye en somut yansıması da tarih sayfalarının derinliklerine gömülen Anastasiades-Özersay akşam yemeğinde gizliydi.
Sosyal içerikli bir yemekten öteye bir anlamı vardı.
Anlayana tabii…