19 asırdaki koşullarda sanayileşmenin gelişmesi ile ; güçlünün güçsüzü ezmesi, işçilerin sefaleti, kadın ve çocukların kötü koşullarda çalıştırılması gibi sosyal ve ekonomik sorunlar nedeniyle...

19 asırdaki koşullarda sanayileşmenin gelişmesi ile ; güçlünün güçsüzü ezmesi, işçilerin sefaleti, kadın ve çocukların kötü koşullarda çalıştırılması gibi sosyal ve ekonomik sorunlar nedeniyle Hegl, Marks, Saint Simon, Fricht gibi kişilerin görüşlerinden etkilenerek ortaya atılan Devletçilik, yakın geçmişteki deneyimler nedeniyle, bugün artık geçerli akçe olmaktan çıkmıştır.

   Geçmişteki koşullarda, özel kesim ve buna bağlı olarak da rekabet gelişemediği için, halkın ihtiyaçlarının karşılanması, fiyatların arz ve talebe göre belirlenip aşırı derecede artmasının önlenmesi amacı ile, devletçi ekonomi tercih edilirdi.

Ancak bu gün, dünyadaki ve ülkemizdeki koşullar değişmiş, özel sektör,zamana ayak uydurarak gelişmiş ve her alanda, halkın gereksinimlerine cevap verebilecek duruma gelmiştir.

Hatta devletin asli görevleri arasında sayılan, eğitim, sağlık, haberleşme ve güvenlik konularında bile, özel girişimcilerin devletten çok daha kaliteli hizmet sunduğu görülüyor.

         İşte bu nedenle artık devletin ekonomik faaliyetlere müdahale etmesi, büyük ve  önemli işletmeleri çalıştırması, mal ve ürün üretmesine ihtiyaç kalmamıştır.

 Zaten, 1974 yılından sonra ülkemizde oluşturulan Kamu iktisadi teşebbüslerinin birer birer iflas etmesi ve en son olarak da KTHYnın içine düşürüldüğü üzücü durum, bütün dünyada olduğu gibi bizde de devletçi ekonominin terk edilmesi gerektiğini gösterir.

AyrıcaAB hedefinde olan bir ülkede,sırf istihdam ve geçim kaynağı olarak devletin ekonomik işletmelere sahip olması istenemez. Çünkü devlet Daireleri, Belediyeler, Elektrik Dairesi, Telefon Dairesi vs. ekmek teknesi veya hayır kuruluşları değil, aldıkları vergilerin karşılığında vatandaşa  kaliteli hizmet sunmakla yükümlü kuruluşlardır.

Kanımca KKTCde bazı siyasilerin, Sendikaların ve özenti solcularının, bir yandan devletçiliğe karşı olduğu bilinen AB üyesi olmamızın şampiyonluğunu yapması, öte yandan da özelleştirmeye karşı olması çelişkili bir tutumdur.

İşte bu gerçekler ışığında, anavatandan gelen suyun, belediyeler tarafından yönetilmek istenmesinin, isabetli olmadığı görüşündeyim.

Yaşan deneyimler devlet ve belediyelerin işletmecilikte  ve yönetimde başarılı olmadıklarını, aksine sıkıntılarla halkı bezdirdikleri kanıtlanmıştır.

Halen, popülist yönetim anlayışı nedeniyle, belediyelerin tüm gelirlerini sadece çalışanların maaşlarını ödemekte harcadığı, bir çok görev ve yükümlülüklerini yerine getirmediği,inkar edilemeyen bir gerçektir.

 Halen devletten bedava aldığı suyu bile başarılı bir şekilde yönetemeyen, kuyulardaki pompaların elektrik bedelini ödemediği için, halkın  sık sık susuz kalmasına sebep olan  belediyelere bir de gelecek olan suyun yönetilmesini vermek, yapılabilecek hataların en büyüğüdür.

Her şeyden önce suyun yönetilebilmesi için bazı bilirkişilere göre 100 milyon dolayında işletme sermayesine gereksinim vardır. Ayrıca şebekelerdeki su kaçaklarının önlenmesi için de, bir çok yerleşim yerinde su borularının yenilenmesigerekir.Bu durumda mali sıkıntı içinde bulunan belediyeler, neye dayanarak suyu yönetmek istemektedirler.

En önemlisi KKTCde yöneticilerin bilgi ve beceriye göre değil, parti rozetine göre atanması nedeniyle,  devlet ve belediyelerde hizmetlerin başarılı yürütülmediği de biliniyor.

Bilinen tüm gerçeklere rağmen sırf modası geçmiş ideolojik saplantılar nedeniyle suyun özel kesim tarafından yönetilmesine karşı çıkılması, halkımızın çıkarına değildir.

 

Amaç suyun en ekonomik ve halkı en çok memnun edecek şekilde yönetilmesi ise, hükümet; anavatanın ilgili kuruluşlarının deneyim ve bilgi birikimlerinden yararlanarak,belirlenecek koşullara bağlı olarak, ihaleye çıkmalı ve bu hizmeti en iyi şekilde yapabilecek olan özel kuruluşa yaptırmalı. Devlet de,denetim görevini yaparak, suyun en verimli şekilde yönetilmesini sağlamalı.